Yok, yok, perdesiz olmaz Can Dündar

Göz dikip bakmak, izlemek, gözlemek neden bu kadar çok hoşumuza gidiyor?

Tam bu soruyu soracakken pazartesi günü Can Dündar’ın köşesini, “Perdesiz bir gece” yazısını okudum, hah dedim.

Sevgili Can Dündar, siz perdesiz pencereden Boğaz’ı izlerken, karanlık odada şehirle baş başa olduğunuzu düşünürken, karşı yakadan sizi teleskopla gözetleyen birileri vardı muhakkak!

Aman, takınız pencerelere perdeleri! Önüm derya deniz, ne gerek var dememeli...
Bizdeki bu insan gözleme, gözetleme, inceleme, göz dikme nereden çıktı, ne zaman “Milli davranış” oldu, başka memleketlerdeki gibi neden ayıp sayılmıyor, bir fikri olan var mı?

Basit bir örnek: Antalya’daki bol Avrupalı turist barındıran koca otellerde aklınıza gelebilecek her türlü tipte insan bulunur. Tanga giyen aile babası, saçının yarısı mavi yarısı mor geç emo bir anne, süper taş kadınlar, tanga giyen süper taş (ve selülitsiz) kadınlar, süper taş ve üstsüz güneşlenen kadınlar... Ve etraflarında kendi memleketlisi bir kişi bile dönüp gözlerini kilitlemez.

Bakınız bir başka örnek: Londra’da gece metrodayız. Çok güzel sarışın biniyor. Kadının kıyafeti: Diz boyu file etek, altında jartiyer ve tangası da kabak gibi ortada. Üstünde kısacık bir kürk. Nasıl bilmiyorum ama hiç ucuz durmuyordu, süper görünüyordu. Allah sizi inandırsın, bir kişi bile dönüp süzmedi kadını.

Gözünü kadın metrodan inene kadar diken, bağırarak konuşup ahıahıahı diye ayıcık gibi gülüşen de bizdik.

Bir başka örnek: Uzaklarda, doğası çarpıcı güzellikte tropik bir memleketteyiz. Kimse kimseyle ilgilenmiyor, herkes manzara sarhoşu. Gezi teknesinde, tam bizim karşımızda bizim buralardan bir aile oturuyor; bir çift ve üç çocuğu. Peki bu aile ne yapıyor? Tur bitene kadar bizi izliyor! “Kendinden” birilerini gördü ya, artık heyecan mı yaptı ne; mercanmış, turkuvaz denizmiş, dünyanın en güzel sahiliymiş, umuru değil!

Şimdi plaj-havuz mevsimi açıldı ya, orası da başka bir alem. Her yaz olduğu gibi ayna gözlüklü adamlar çıkacak inlerinden.

Kafalarını sağ tarafa çevirip o yana bakıyor gibi görünecekler ama aslında gözleri tam soldan geçen Kim Kardashian popolu dilberi süzüyor olacak. Normal bir insan kafayı oynatmadan gözleri o kadar çeviremez de bunlar ayrı bir tür. Yuvalarında 360 derece hareket edebiliyor fıldır fıldır.

Çok samimi görüştüğüm dostum Kraliçe Elizabeth demişti ki bir gün, biz ıngilizler, çocuklarımıza ilk olarak “insanlara gözünü dikerek bakmama”yı öğretiriz.

Gerçekten de size 18 dakika boyunca gözünü kırpmadan bakabilecek bir ıngiliz çocuğu göremezsiniz. Bizdekinin aksine.

Hayır, şimdi anneler coşmasın, “Çocuk meraklı olacak, tabii bakacak” filan değil mesele. Bu, çocukların basit bir görgü kuralından ebeveynleri sayesinde bihaber olmaları sadece. Daha çocukluktan başlıyoruz inanmaya, göz dikip seyretmenin normalliğine.

Her nasıl yemekte çocuklara masanın üstüne çıkıp kakalarını yapmamaları gerektiğini öğretiyorsak bunu da öğretebiliriz, değil mi yani...

Ne demişler, ağaç yaşken sosyal davranış kurallarını öğrenir.

Reklamın iyisi kötüsü yokmuş

Reklamcı arkadaşım Zeynep’e ne zaman “Ya şu x reklamı beni hasta ediyor, bunu hangi insan evladı güzel bulabilir, o malı alacağım varsa da almayacağım artık” desem, “Fakat konumlandırma, fakat strateji, fakat bilmem ne” diye 40 saat benim o beğenmediğim reklamın teknik olarak neden iyi olduğunu ve alıcısına hitap ettiğini, nasıl amacına ulaştığını anlatır. Ben de her seferinde karşı çıkarım.

Bir insanın sinirini kaşıyarak neden başarılı olasın ki? ıyi duygular hissettiren bir işle akıllara yerleşmek de mümkün? Ülker’in “fındık fıstık booğğl” diye jingle’ı olan çikolata reklamı feci kaşıyordu beni mesela. Zeynep bunu mu kastediyordu bilmem ama şarkı herkesin ağzına takıldı, buna bizzat şahidim! Bir ara etrafımdaki herkes oturduğu yerde durup durup şarkıyı mırıldanıyordu.

Ha bir de işin gerçekçilik kısmı var tabii. ınsanların kredi kartı borcundan kendini öldürebildiği bir zamanda, bir kartla dünyadaki her şeyin bedavaya gelebileceğini söylemek çok sinir bozucu değil mi?

Hem kolay kolay bedavaya gelmiyor o işler, önce bol bol harcayacaksın. Harcayınca ne olacak? Ödeyemeyeceğin kadar büyük bir borç. Ödemek için bankadan kredi alıp kredi kartına yatıracaksın. Minimum ödeme tutarlarıyla ayları devireceksin, borç büyüdükçe büyüyecek.
Ne anladım ben o bedavaya gelmiş olandan?
Ben bu reklam işlerini zaten sevmiyorum ama madem bu reklamcılık çok mühim, insanların sinirlerini kaşımadan, tehlikeli vaatlerde bulunmadan malınızı satsanız...
Mesela gerçek karakterleri kullanan ve mutluluk vaat eden Coca Cola. Oh, tatlı tatlı izletiyor reklamı, kimseleri kaşımıyor, ayrıca zararsız ve umut verici bir vaatte bulunuyor: Mutluluk. Bu defa bunu gerçek ve bizden insanlar üzerinden söylüyor. Sonra Dilber Hala’nın oynadığı D-Smart reklamı. Hâlâ her izlediğimde gülüyorum valla.

İşte bakınız, akılda kalmak için sinir bozmak gerekmiyor illa.
Yazarın Tüm Yazıları