Paylaş
Dergilere birlikte röportaj ve fotoğraf vermeler, reklam kampanyaları, ortak projeler...
Hani bunun bir adım ötesi olarak “E tuvalete de birlikte gidin?” diye tanımlayacağımız durum.
Böyle poz poz birlikte fotoğraf çektirenler bende “Hayır ya, yapmayın bunu” hissi yaratıyor, etraflarına güzel ışıklar saçan bir çift olsa da.
Bu yapışıklık hali biraz Safiye-Faik durumu gibi (onlar başka bir boyutta tabii)...
Bir süre önce Hello’ya poz veren Yeşim Salkım ve Hakan Eratik... Sonra, bir şampuan reklamında birlikte arz-ı endam eden Çağla şıkel ve Emre Altuğ...
Bunlar güncel “mutlu” örnekler. Magazin tarihinin simli sayfalarına şöyle bir bakacak olursak şimdi, ayrılmış/ yeniden evlenmiş/ başka birine aşık olmuş/ önceki sevgiliyle feci kavgalı ne isimler var... Ha, ayrılmayanlar da var tabii, bu pozları en janjanlı albümlerde/ bilgisayarlarının “Aşkısı ve benn” klasöründe saklayanlar...
Ayrılmasanız da diyorum ki, yapmayın etmeyin. Ya da illa birlikte böyle prodüksiyonlu fotoğraflar çektirecekseniz kendi kendinize yapın bunu, dergiler, gazeteler için değil.
Hem bu iş sevgilinin ismini dövme yaptırmaya benziyor biraz...
Biliyor musunuz, kadınların kollarındaki eski sevgili isimlerinin üzerine ne çiçekler, ne figürler kazındı şimdi!
Erkeklerin kolları ise ayrı hikaye.
Bir bakıyorsunuz “Ebru” olmuş bir motosiklet!
“Merve” olmuş bir Kızılderili kafası! “Özge” olmuş “Ehm, bu figür Japoncada özgürlük ve poligami demek”... (Her sorana bir açıklama şart! De bakalım, “Aslında Özge yazıyordu da şey ettirdim üstünü, özgürlüktü, çoklu fikfikti” diye!)
Sabah birlikte, akşam birlikte, işte birlikte, duşta birlikte... Biliyorum, insan pek sevince sürekli birlikte olmak istiyor, bayırdan aşağı el ele koşmak, birlikte fotoğraflar çektirip, röportajlar vermek istiyor ama hayır! Hayır, sevgili aşk böcekleri.
Üstüne bir de çift olarak reklam anlaşmaları filan yapıyorsunuz, aşkın içine para-pul meseleleri sokuyorsunuz.
“Aşkın ömrü üç yıldır” diyen Frederic Beigbeder’in bu iddiasını üç aya kısaltacak hareketler bunlar bana kalırsa.
Biliyor musunuz, ben o kitabı parçalamıştım okuduktan sonra. Tüm sayfaları bir bir yırtmıştım sinirden. Nevrozlu gibi. Çok kaşımıştı beni. Ömrümde bir kağıt yığını üstünde tepindiğim tek andır herhalde o!
Hâlâ inanmıyorum aşkın üç yıl filan olduğuna...
Fakat aşkın ömrünü ne kısaltıyor iyi biliyorum.
Sevgiliyi malı gibi görmek, sürekli gün içinde ne yaptığına dair rapor istemek, başka kadınlarla-erkeklerle konuşunca/ görüşünce krize girmek, olur olmaz kıskanmak ve aşırı sahiplenmek, onun adına konuşmak, onun yaşam alanını taciz etmek, 24 saat birlikte olmak...
Ve elbette siz sevgili şöhret sahibi pek havalı okurlar için birlikte fotoğraf çektirerek aşkınızı konuşmak da konuşmak, el aleme orada-burada mutluluğunuzu durmadan anlatmak.
Ayrıca, “Göz önünde öyle çok birlikte iş yapmayın, nazar değer ayol” diyor, bu yazımı da burada bitiriyorum.
İnsanlar ne zaman sevişir?
Cuma gecesi Altın Kelebek Ödül Töreni’ni sunan Cem Davran anlattı, duydunuz mu? Duymayanlara kısa bir tekrar: Oğlu annesine sormuş, “ınsanlar ne zaman sevişir?” diye. Annesi de “Aşık olunca” demiş. Cem Davran ise “Aşk şart değil” diyor, tüm salon kahkahalara boğuluyor (bilhassa da erkekler).
İşte seks konusundaki genel hissiyatı, kadın/erkek farkını bir çocuğun sorusuyla basitçe ifade etmiş bulunuyoruz...
Kadın, sekste aşk istiyor (ha, olmasa da olur, fakat olunca daha güzel oluyor). Adam için, aşk olmasa da oluyor.
Mesela ilişkisi varken adamın başka kadınlarla aşksız yaptığı seks onun için aldatma değil, gayet normal ihtiyaç.
Kadın bunu aldatma sayıyor.
Bütün kadınlar böyle hissediyor.
Bütün erkekler de yapıyor (yapmasa da en azından sık sık düşünüyor).
Kimi kadınlar bunu görmezden geliyor, kimisi terk ediyor, kimisi terk etmeyerek adama hayatı zehir ediyor, kimisi de Prozac filan kullanarak bu durumu
kabullenmeye çalışıyor. Kadının aldatmasına ise şimdi girmeyeceğim, o ayrı mevzu.
Peki sonuçta ne oluyor?
İşte bir çocuğun sorduğu basit bir soru, “ınsanlar ne zaman sevişir?” yüzünden kadın-erkek ilişkileri bir türlü çözülemiyor!
Çok fondöten, çok pudra, çok fondöten
Nasıl ömrümün yarısını, sarı olmayan saçlarımı mükemmel sarıyı bularak boyamaya adadıysam, diğer yarısını da görünmeyen ama cildi inceden photoshop’layan fondöteni bulmaya adamışımdır.
Altın Kelebek’in kokteylinde ne kadar doğru yoldaymışım, bunu anladım! Ah o yüzlerdeki kalıp kalıp fondötenler, üstüne 3 posta pudralanmalar...
O kadar boyayı en son bizim evde Dursun Usta spatulayla duvara sürüyordu!
Ne yaptınız siz öyle sevgili kadınlar? Hani nerede doğallık trendi, hani nerede o sağlıklı Heidi yanaklar? Birinizi öpsem dudağım gömülür ve orada kalırdı yani!
Allah’tan öyle gecelerde birbirimize yaklaşıp muç-muç diye havayı öpüyoruz.
Mükemmel fondöteni aramaya devam...
Paylaş