Paylaş
Ne iyi niyetliymişim, ne safmışım. Devlet “Tecavüzcünün çocuğunu doğur, biz bakarız” demiş, artık neyi konuşuyoruz?
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı da Bosna gibi müthiş örnekler göstererek konuya tam desteğini vermiş, artık neyin değişeceğine inanarak düşüncemizi savunuyoruz?
Farkında mısınız, tecavüzün kendisini değil, tecavüz sonucu hamile kalan kadının doğurup doğurmamasını tartışıyoruz. Bu eylemin kökenini, nedenini sorgulamıyoruz.
Kadın açlığının sebebini tartışmaya korkuyoruz.
Kadın açlığının erkek egemen kültür içindeki tehlikesi ile ilgili konuşmuyoruz.
Tecavüzün kendisini konuşmuyoruz.
Öbür dünyaya o kadar odaklanmışız ki, kendi yaşadığımız hayatın bir değeri yok.
Hal böyle olunca fani dünya işlerinden biri olan tecavüzle ilgili esip gürleyen pek bulunmuyor, o “fena şey” olduktan sonra kadın hamile kaldığında ne yapacağız, onu konuşuyoruz.
“Kötü bir şey sonucu” gebe kalan kadının bebeğini aldırması büyük suç.
Öyle ki, “kötü bir şey yapan”ın işlediği suçtan da büyük.
Tecavüzün ağır suç olduğunu kabul ediyor ama yokmuş gibi davranıyoruz. Yokmuş gibi davrandığımızla kalmıyor, “o büyük suç” sınırları dışına çıkarak, konuyu kadının çevresinde döndürüyoruz.
Çünkü hayatı kadın üzerinden okuyoruz. Hayatı kadının namusu, kadının işlediği “günah”, kadının cinsel organı, kadının bacağı, kadının mini eteği, kadının memesi, kadının kendisi üzerinden tartışıyoruz.
“Tecavüz, kadının erkeği tahrik etmesi sonucu oluşan bir eylemdir, dolayısıyla başına açtığı işi de kadın çeker” cümlesini açıkça duyuyoruz.
Devletin çeşitli kademelerinde, kendinden farklı düşünen ve yaşayan kadınlara üstünü bile örtmeye ihtiyaç duymadan “hafif kadın” muamelesi yapanlar varken, o tecavüze uğramış ve doğurarak çocuğunu devlete teslim etmiş kadının “ahlaklı insan” muamelesi görerek hayatını sürdürmesini garantiliyor muyuz?
Yoksa bir garanti veremiyor, inancımız çocuğun doğurulmasını söyler, gerisinin pek bir önemi yoktur diyor, geçiyor muyuz?
Modern tıbba göre alınamayan kararlar?
Dün TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Akşam gazetesine verdiği röportajda “Her kararı modern tıbba göre veremeyiz” dedi.
Peki kararlarımızı neye göre vermeliyiz?
Kararlarımızı 1300 sene öncesinin koşullarına göre mi vermeliyiz?
Modern tıp öncesindeki dünyanın anlayışına göre mi şekil almalıyız?
Hangi kararlarımızı modern tıbba göre vermeliyiz, hangilerini vermemeliyiz?
Tavsiye ederim!
Valla, açıkçasını söylemek gerekirse ben kararlarımı modern tıbba göre veriyorum ve çok memnunum.
Mesela dişim ağrıdığında iple kapı koluna bağlamak ve kapıyı sertçe itmek suretiyle çekmek yerine, diş doktoruna gidiyorum.
Dişim çekilecekken doktorun iğne yapmasına izin veriyorum, çünkü uyuştuğunda daha rahat çektirebiliyorum.
Zehirlendiğimde “modern tıp öncesi bitkisel tedavi yöntemleri” denemek yerine, bir hastaneye gidiyor, doktor lüzum görürse serum bağlatıyorum ve hızla iyileşiyorum.
Kolum kırıl-dığında, ayağım burkulduğunda kırık çıkıkçıya değil, bir doktora gidiyorum ve harika sonuçlar alıyorum. Kısa bir süre sonra kolum hiç kırılmamış gibi kaynıyor.
Modern tıbbın sağladığı sıhhi hastane ortamında, kendimi modern tıp konusunda uzmanlaşmış doktorlara bırakıyorum.
Hastalandığımda, sadece doktorların çare bulacağı konu-larda, modern tıbba başvuruyorum. Karar-larımı ona göre alıyorum.
Çok memnunum, size de tavsiye ederim.
Paylaş