Paylaş
Bu tespite katılıyorum. Hem somut hem de soyut anlamda, doğru bir söz.
Yanlış adamlarda saplanıp kalan kadınların yaşadığı, ev görünümlü küçük küçük cezaevleriyle dolu çevremiz. Kadınların sözlerini duymayan, duysa da anlamayan, anlasa da umursamayan adamların, kadınlara hayatı dar ettiği evlerle dolu.
Adına evlilik, ilişki, hayat diyoruz ama...
Dışarıdan evlilik veya ilişki olarak görünen kimi birliktelikler esasında kadının durmaksızın “Beni çıkarın buradan” diye sessiz çığlık attığı birer hapishane.
Üstelik bu, kadına özel olarak tasarlanmış, kadın için başka bir insanın, bir erkeğin yarattığı bir hücre.
Bazen çocuklar oluyor sebep, bazen finansal sebepler oluyor, bazen erkeğin “Ya benimsin ya toprağın” anlayışı oluyor...
Ne koşulda olursa olsun, kadın ne olursa olsun oradan çıkamayacağını düşünüyor.
“Artık benim için hayat böyle” diyor ve susuyor.
Kadın sustuğu ve dilinin ucuna gelenleri “Nasılsa hiçbir şey değişmeyecek” umutsuzluğu ile söylemediği zaman, erkek “Benden nasılsa vazgeçemez” rahatlığı yaşamaya başlıyor.
İşte tam o noktada suistimal de başlıyor.
Evlilik suistimali, kadın suistimali, evlilik suistimali, ortak alan suistimali...
“Erkeği şekillendiren kadındır” derler, bunu bilhassa yaşı ilerlemiş kişilerden duyabilirsiniz.
Hani eşiyle karşılaşmasının hayatında başına gelen en iyi şey olduğunu söyleyen büyüklerimiz mesela...
Esasında kadın “patron” olarak şekillendirmiyor belki ama derleyici toplayıcı haliyle, sorumluluk duygusuyla, gelecek kaygısıyla, hâlâ hayatının yönü konusunda bocalayan erkeği bu yola itmeye çabalıyor istemsiz olarak.
Ben erkeklerin bu konuda ikiye ayrıldığını düşünüyorum. “Bir kadın tarafından şekillendirilmeye” müsait olanlar veya başka şekilde söyleyecek olursak, sorumlu bir hayat yaşamaya niyeti olanlar ve olmayanlar.
Romantizm böyle ölüyor!
Esasında kadınların, karşısındaki erkeğin yanlış mı doğru mu olduğunu anlamalarının kolay yolları var. Tabii kadınlar genellikle ilişki başlarındaki heyecan ve aşk hisleriyle görmezden geliyor, “değişir” diyor.
Bir erkeğin günlük olaylara tepkisinden yaşamsal alışkanlıklarına...
Kendi hayatıyla ilgili detayların üzerini örtmesinden sorduğu sorulara...
Kullandığı sözcüklerden güncel olaylara dair yorumlara...
Pek çok belirti var.
Benim için en belirgin “ayraç”lardan biri, erkeğin, eski kız arkadaşlarından veya herhangi bir kadından bahsederken “KARI” kelimesini sık sık kullanması. “Karı” kelimesini duydunuz mu, arkanıza bakmadan kaçabilirsiniz.
Veya hayatını “faydacılık” odaklı yaşaması.
Başkalarını düşünmeden, sadece kendini odağa koyarak, empati hissi olmadan... Böylelerine de “seçici vicdanlı” diyoruz.
Vicdanı belirli koşullarda devreye giriyor yani.
Durmadan kendini anlatanlar, karşısındakinin söylediklerini dinler gibi yapıp esasında bir monolog içinde olanlar, ikili oynayanlar... Yalan söyleyip, söylediği yalanı unutup, üzerine bir kez daha kat çıkanlar...
İki kez gördü diye kendini kadının sahibi sananlar, tacizciler...
Sonra “Romantizm nereye gitti” diye soruyoruz. Böyle adamlar öyle çok ki, romantizm yaşamaya hali kalmadı kadınların.
Hep bir “Acaba bu ne tür bir manyak çıkacak?” endişesi...
Kadınların da bu konuda payı var elbette.
İlk zamanlarda gözleri perdeleyen “Belki değişir” cümlesine sığınmamalı. İnsanlar değişmez demiyorum, değişir ama kötü durumda olduğunu düşünen insanlar değişir.
Sorumsuz, kibirli, kötü kalpli, ağzından “karı” lafını düşürmeyen adam kendini iyi hissediyorsa neden değişsin?
Değişmez!
Romantizmi yanlış adamlar öldürüyor. Yanlış adamlardan sonra, kadınlar erkeklere dair benzersiz bir realist bakış kazanıyorlar, romantik hallerini kaybediyorlar doğal olarak.
Romantizmin tekrar canlanması da neredeyse imkansız oluyor!
Paylaş