Sonbahar vakti

Sonbahara hoş geldin demeye hazır mısın sevgili sıcak havalara doymuş Habitus okuru?

Haberin Devamı

Şimdi ayları 3’er 3’er gruplayacak olursak, 1 Eylül yani bugün resmi olarak sonbaharın ilk günü oluyor ancak sarı yapraklarla simgelediğimiz hüzünlü mevsim aslında çoktaaaan geldi, haberiniz yok.
Bakınız söylüyorum, aslında yeni mevsim ilk sarı yaprağı gördüğünüz gün değil, onu özlediğiniz gün başlıyor.
Bir süredir ateş karşısında gevşeme, kalın depresyon hırkası giyerek yatakta yuvarlanma, ürperme hissi sonucu cildin yolunmuş tavuk derisi gibi görünmesi, sevdicek ile evde DVD izlemekten beynin pelteye dönmesi gibi “kış detayları”nı düşünür olduysanız size de sonbahar gelmiş.
Benim gibi sıcak havalarda neşesini bulan, bulutlu günlerde moral çöküntüsü yaşayan, her gün usanmadan üç beş kez tropikal ortam hayali kuran bir “yaz insanı”na bile kış özlemi basmışsa artık yaza elveda demenin vaktidir.
Bu yazı giderek “sonbahar hüznü ve sapsarı yapraklar” romansına doğru meyletmekte, o nedenle meselenin önünü almak isterim.
Bir kerecik de sonbahar dediğimiz mevsimle ilgili düşününce neşelenelim, içimiz kıpraşsın değil mi efendim.
Bu arada “kışı özlemek” konusunda ilk akla gelenin “şömine” olması enteresan değil mi? “Şömine karşısında oturup sıcak şarap içsek...”
Transilvanya şatolarında büyüdüğümüz için ilk olarak şömine özlüyoruz tabii.
İnsanımızdaki şömine özleminin önünü alamıyorum sevgili doğalgaz ile ısınan Habitus okuru. Valla sizi bilmem ben şömine değil kalorifer özledim.
Dışarıda buz kesmiş ayacıkları o kaloriferin üzerine koyduğum andaki hissi hiçbir dağ evi şöminesine değişmem ben arkadaş!

Yaz bitmeden...

Haberin Devamı

Hah-hay, yoksa yaz biterken“yaz bitmeden bunları muhakkak yapın” listem olmadığını mı sandınız? Sonbahar köşe yazılarının adeta demirbaşı olan bu konuyu es geçeceğimi düşünüyorsanız size gülüyorum.
Valla aslında atıyorum kafadan, listem filan yok. Aklımda tek bir şey var, o da Prens adaları...
Evet efenim, yazarınız her yaz sonunda olduğu gibi yine “ada delirmesi” hislerine kapılmış durumda.
Zaten “yaz bitimi” demek, bir İstanbullu için “adalar vaktinin gelmesi” demektir.
Prens adalarına her gidişimde oraya yerleşme kararı alırım, yine öyle son derece ayakları yere basmayan bir karar almış bulunmaktayım. Beni bundan sonra ada vapurunda sık sık göreceksiniz, onu söyleyeyim. Bir çayını içerim artık sevgili adalı Habitus okuru.
Adalar gibisi var mıdır, sorarım size..
“Hangisine gidelim?” demeyin, insan evlatlarını ayırır mı? Hepsinin bendeki yeri ayrı. Yine de gazeteciliğe başladığım sene yaptığım ilk haberin mekanı Heybeliada’ya özel muamele yapacağım.
Bu güzide adamızda öncelikle, Denizatı’nda kahvaltı edeceksiniz, Mehtap Pastanesi’nden ponçik yiyeceksiniz, akşam Mavi’ye gidecek ve orada lezzete koşacaksınız.

Aynılaştırmak neden?

Haberin Devamı

Bu arada şunu not düşmeden geçmeyeyim, Heybeliada sahilindeki “aynılaştırma” çalışmalarından ötürü belediyeyi kınıyorum.
İskeleden Deniz Lisesi’nin aksi istikametine yürüdüğünüz zaman sıralanmış tüm mekanlar birbirinin aynı görünüyor.
Eskiden hepsinin, daha doğrusu o sahil şeridinin bir karakteri vardı.
Şimdi gidin bakın, Türkiye’de herhangi bir yerin sahili olabilir orası.
Adanın karakterini çalmaya, değiştirmeye kimin hakkı var?
Koca sahil boyunca gerilmiş çirkin tentelerin gölgesinde, kuru kuru döşenmiş parke taşlarının üstünde ikamet ediyor tüm mekanlar.
Seneler önce ağzımda nefis bir tat bırakan Mavi’yi tanıyamadım mesela. Lezzeti baki ama o da eski güzel bahçesini aynılaştırılan sahile kurban etmiş.
Hakikaten bazen çok gereksiz işler yapılıyor, adına da şehircilik deniyor...

Yazarın Tüm Yazıları