Mey İçki’nin balık yerine “Denizde yaşayan solungaçlı canlı”, kavun için “Güzel kokulu, sulu, turuncu meyve”, beyaz peynir için de “Süt ürünlerinden en katı ve beyaz olanı” tanımlamalarını kullandığı cin fikirli rakı ilanlarından sonra, son zamanlarda en çok hoşuma giden reklamı açıklıyorum.
Ha, bir dakika! Beni hipnotize eden, adeta izlemeye doyamadığım Nazonazzoğğ, nazonazzoğğ, nazz-zo-nazo, nazo, nazo ve (Uykusuz’daki Barış Uygur’un da dediği gibi dünyanın en uzun eteğini giymiş kızını görebileceğiniz) “Aman da yessinler, yeesinler, fanços yesinler” cingıllı Fun-chos reklamlarını da unutmayayım tabii. Onlar bir numara, o ayrı. Yemin ediyorum, bir gün o reklamları izlerken televizyona Van Damme tekmesi atacağım, o olacak. Niçin insanı sinir ediyorsunuz kardeşim. Neyse, dün sabah ofiste Kelebek’i arıyorum. Selim Akçin “Al sana Kelebek” diye elime eski bir gazete tutuşturuveriyor. Ben “Bu ne şimdi?” derken anlaşılıyor ki, benim eski gazete sandığım, Hanımın Çiftliği dizisinin -gazete biçimine sokulmuş- ilanı! Dün gördünüz, 50’lerin Hürriyet’i gibi yapılmış bir mini-gazete bizim Kelebek’i sarmış! Çatlıyorum meraktan, nasıl oldu bu iş, kim yaptı bunu derken bu ilan konsepti için çalışan ekibin elebaşlarından birinin, Kanal D Kurumsal İletişim Direktörü Özlem Asmaz olduğunu öğreniyorum ve telefonlara sarılıyorum. Bu arada ilk defa konuştuğun ama samimiyet kurduğun bir insanla telefon konuşması yapmak ne zormuş yahu. Siz mi diyeceksin sen mi. Fakat ben bunun çözümünü buldum: Serhat Hacıpaşalıoğlu jargonu olayı çözüyor. Hatırlar mısınız, Riziko’da yarışmacılara ismiyle hitap eder, hanım ya da bey demez ama “siz” diye konuşurdu. Aynen şu şekilde: “Evet Özlem, anlatır mısınız bana bu olayı lütfen?” Anlatıyor... Efendim, bu “eski gazete” fikri ve uygulaması Rafineri Reklam Ajansı’na ait... Fikir ortaya çıktıktan sonra Kanal D Kurumsal İletişim departmanı, dizinin 10 bölümünün senaryosunu ele alıyor ve bu “eski gazete” fikrine uyabilecek detaylar çıkarıyor. İlanda gördüklerinizin bazıları Hürriyet’te 1950 yılında çıkmış gerçek haberler. “Çırçır fabrikasında nümayiş”, “Adana tapu kadastro idaresinde gerginlik”, “Adana sosyetesinin tanınmış isimlerinden Neriman Hanım’ın düzenlediği balo”, “Son model Mercedes otomobilinin ilk müşterisi Adanalı Muzaffer Ağa” başlıklı haberler ise dizinin 10 bölümünde göreceğiniz çeşitli sahnelerin “haberleştirilmiş” halleri. Arka sayfadaki Mercedes ve Giritli Meyhanesi ve terzi ilanı ise 1950’de yayımlanmış gerçek ilanlar. Bir tek terzinin ismi diziye uygun olarak “Madam Emma” olarak değiştirilmiş. Gazeteyi oluşturan 1950 yılına ait gerçek haberler, Hürriyet’in arşivinden alınmış. Diğerleri ise 1950’lere uygun olarak hazırlanan ve dizinin senaryosuyla ilişkili kurgu haberler. Neticede bunların hepsi derleniyor ve “gazete” hazırlanıyor... Ben de bu işte parmağı olan herkesi tebrik ediyor, böyle eğlenceli reklam ve ilanların devamını diliyorum. Bir Bollywood kafa hareketiyle sizleri “Fan-çoooos!” diyerek selamlıyorum.
Kaynak hangi gazete
Bu konu beni uzun zamandır o kadar kaşıyor ki artık yazmazsam patlayacağım. Biliyorsunuz gazeteler her aybaşında, yeni sayısı çıkmış aylık dergilerin içinden haber alarak yayımlarlar. Haberin/söyleşinin alındığı derginin kapağını kullanmak ya da ismini geçirmek suretiyle de kaynak belirtirler. Buraya kadar iyi, hoş. Fakat ne acayiptir ki, dergiden alınıp gazetede basılan o yazıların altında asla bir imza göremezsiniz, fotoğrafları da kimin çektiği belli değildir. O yazılar sanki kendi kendilerine yazılmış, fotoğraflar da kendi kendine oluşmuş ve dergiden gazeteye aktarılıvermiştir. İşi yapanların emeği hiiç önemli değildir. Bazen kaynak derginin adı bile geçmez, onu da gördük! (İki gün önce, Vatan gazetesinin, internet sitesinde Elele’nin CNN Türk spikerleri çekimine yer vermesi, zahmet edip kaynak göstermemesi ve başka haber sitelerinin doğal olarak bunu Vatan’ın çekimi ve röportajı olarak duyurması... İnsaf ki ne insaf) Şu anda piyasada olan hemen hemen tüm dergilerin çalışanları benzer olayları her ay düzenli olarak yaşıyor. Bu yazıları anonimleştirme çabasıyla ilgili olarak gazetelere telefon açan ve konuyu çözmeye çalışan birçok dergici arkadaşımın bir sonuç alamamalarından ve kötü muamele görmelerinden dolayı usandığını ve ipin ucunu bıraktığını biliyorum. (“Sana ne kardeşim, editör benim, koymuyorum imzanı” gibi...) Bunu her yapan kötü niyetli değil tabii, bazen de bu “imza koymama ısrarı” gibi görünen hadise tamamen anlık dikkatsizlik, gözden kaçırma... Öyle ya da böyle, neticede kimse liyakat madalyası ya da Légion d’Honneur nişanı filan beklemiyor. Sadece biraz emeğe saygı, o kadar...