Paylaş
Bitti mi? Bitmedi. Daha bunun kedisi var, güvercini var, küfü var...
Bakınız misal, kediler. Ne şanslıyım ki, mahallemde yaşayan sokak köpek ve kedilerinin keyfi gıcır. Çünkü onları besliyoruz, sularını veriyoruz, seviyoruz... Madem memlekette hayvanların sokaktaki hallerine bir çare bulunamıyor, mahalleli olarak “iş başa düştü” diyor, mamasını, suyunu eksik etmiyoruz... Bazen mama alıp koyuyoruz, bazen et alırken onlara da bir parça ayırıyoruz, bazen sütle ekmek veriyoruz...
En komik ve en vahşi yaşam belgeseli halleri, önlerine et koyduğumuzda oluyor tabii. Mesela tavuk butları koyuyorum mama kaplarına, o budu kapıp bir kaçışı var kedinin, bir görseniz. Böyle ağzında koca bir parça et, gözleri fal taşı gibi açılmış koşar adım kuytuya kaçıyor.
Bu kediler de bir alem, sanki önünden kaçırıyoruz, rahat rahat yesene arkadaşım. Ama yoook, o vahşi kedi ya, alıp kaçacak, kuytu bir yere pısıp orada yiyecek.
Bir de mahallede kedilere düzenli olarak mama veren ve kedilerin de çok iyi tanıdığı teyzeler var. Onlar apartmanın kapısından çıktılar mı, kediler de bunu gördü mü, Allah’ım o sahneyi görmeniz lazım. 30 tane kedinin bir odağa doğru koştuğunu düşünün. Ben teyze olsam düşer bayılırım o noktada.
Köpeklere gelince. “Çete köpekleri” en fenaları bence. Geceleri geziyorlar beraber. Herhalde diyorlar ki, “Bizim dağdan inen çakallardan ne farkımız var. Madem buralarda çakal yok, biz olalım çakal. Şurada bir gezelim, durduk yere yanımızdan geçen insana havlayalım, diş gösterelim de korksunlar. Gösterelim ki, buraların hakimi olduğumuzu anlasınlar.”
Ha bir de giden arabanın yanından HAVHAVHAV diye 70 km/s ile koşan köpekler var ki, onlara diyecek söz bulamıyorum. Ben köpek olsam, enerjimi daha faydalı işler için harcardım. Ama ne yapalım, vahşi doğa bu, demek ki bunu yapmaları gerekiyor.
Vahşi yaşam demişken, durduk yere birbirlerine pati atıp “Yandım Allah” diye viyaklayan kedileri de geçmeyeyim. Onları da anlamakta zorlanıyorum. Neyi paylaşamıyorsunuz arkadaşım? Yemekse problem, çözmüşüz. Suysa, vermişiz. Yuvaysa, yapmışız. Niçin birbirinizi tırmalıyorsunuz. Mutlu mutlu yaşasanıza. Bunu bulamayan da var. Değil mi ama...
Evrimleşmiş hayvanlar
Bu arada vahşi doğa filan diyoruz ama insanlarla yaşaya yaşaya iyice akıllanmış hayvanlar da aramızda elbette. Resmen bizim gibi düşünüyor, sinsi planlar yapıyorlar.
Mesela sivriler. Işığı kapıyorum, yatıyorum yatağıma, vızıl vızıl uçuyor, duyuyorum, “Senin canına okumaz mıyım ben şimdi” diye uyanıp etrafıma bakınıyorum ama yok. Saklanmış. Işığı kapadığımda tekrar ortaya çıkıp en olmadık yerlerimden beni ısırıyor. Göz kapağıydı, dudak kenarıydı, hiçbirini kaçırmıyor. (Ama sivri beni yenemez. Öyle durumlarda üstümü örtmeden ışık açık bir şekilde kurbanlık koyun gibi yatıyorum ki enayi gibi üstüme konsun. Konuyor da zira. Sonra tokadı basıyorum.)
Böcek ve örümcekler ise ayrı alem. Dolapların en ulaşılmaz yerine koza yapıyor mesela. Elime fener alıp dolaba girişmesem orada evlatlarını yetiştirecek.
Vahşi doğa demişken küfü de es geçmeyelim. Bakınız şu hayatta beni martılar, canavarlaşmış soğan ve sarmısaklardan sonra en çok korkutan şey, küflü ekmektir. Eğer çevrenizdeki vahşi yaşamın farkında değilseniz, dışarıda ekmek ve makarna bırakmanızı öneriyorum. Sizi kendinize getirecektir.
Dün martı dedik, güvercinleri unuttuk. Güvercin, şehir içinde vahşi yaşam ortamları yaratan en ayarsız canlı olarak bilinir. Yani sevgili güvercin kardeşim, ben senin kafana pislesem hoş mu olur. Çok rica ediyorum, ağaç dallarına konup rastgele aşağıya kakamızı yapmayalım. Ayrıca çıkardığın o genizden gelen tuhaf sesten hoşlanmıyorum. Shakira mısın arkadaş!
Hem bir saniye, balkonumu işgal ederken bana sordun mu? Ben burada oturabilir miyim dedin mi? Tabii onları anlayışla karşılıyoruz mecburen, çünkü martı ve kargalar güvercin yavrusu yemekten hoşlanıyorlar. Şu noktada “Kuş kuşu yer mi kardeş?” demekten kendimi alamıyorum.
Paylaş