Paylaş
Hani lise zamanında babanın otomobilini kaçırdığın zamanlar (kadar olmasa da) hissettiğin gibi hafif coşarak, hafif heyecanlanarak, biraz da korkarak...
Şöyle bomboş, güzel bir yolda, ağaçların içinden, bütün camları açıp, temiz havayı ciğerlerine doldurarak...
Otomobil delisi erkeklere değil sözüm, şoförlükten yıllarca zevk almış ama şehirdeki kaos yüzünden bu hissini derinlere gömmüş benim gibilerden bahsediyorum.
Nasıl gömmeyeyim yahu, uzun seneler her Allah’ın günü Kadıköy’den yola çıkıp İstanbul’da gidilebilecek en uzak noktalara ya okumaya ya da çalışmaya gitsen sen de kısa sürede şoför koltuğundan tiksinirsin sevgili Şoför Nebahat Habitus okuru.
O zamanlar biri bana gelip, “Kapa-
dokya’daki gezi balonlarını artık İstanbul’da şirket ve okul servisi olarak kullanmaya başladık” deseydi ilk müşterisi ben olurdum, yemin ediyorum...
Aile bireyinden direksiyon dersleri
Eskiden iş başkaydı tabii... 16 yaş civarı kendimi fena halde şoförlük öğrenmeye vakfetmiştim. Yalnız, o dönemden aldığım ders şudur: Baba ya da ağabeyle araba kullanmayacaksın arkadaş. Çünkü ilk yaptığın hatada o babalar ve ağabeyler Yeşil Dev Hulk’a dönüşür. Arabanın zırt pırt stop etmesinin onlarda yarattığı sinir, Fatma Girik’in Şişli Belediye Başkanı olduğu zamanlarda sahip olduğu asabiyetle yarışır.
Sonuç: Takribi 8 dakikalık arbededen sonra yan koltuğa geçmek zorunda bırakılmış, Küçük Ceylan yüz ifadesi takınmış, eve dönüş yoluna girmişsindir bile...
Erkek çocuklarda durum nedir bilmem. Kızlarda genelde otomobil sevdası böyle biterdi. Ha, benimki bitmedi tabii, öğrenip derhal bizim Vosvos’u kaçırdım.
Sonra bu otomobil aşığı hallerimi trafik kaosu yaşanan bir günde Boğaz Köprüsü’nün üzerinde bıraktım. Eh, durum böyle olunca uzun yıllardan beri tekerlekli vasıtalardan kaçar, bilhassa uzun mesafeler için hava taşıtlarına sığınır oldum.
Yalnıııııız... Uzun mesafeleri çok kısa sürede kat etmek, vakti olmayan şehir insanı için pek faydalı olsa da “seyahat” dediğimiz hadisenin ruhunu öldürüyor. Seyahatin sözlük anlamı “uçmak” olunca, çevrenin, iklimin, insanların, mimarinin, hatta saat diliminin değişimini bünyede yaşayamıyorsun...
Kıta bile değiştirsen, aklın ve bedenin hâlâ ayrıldığın şehirde kalıyor. Vücudun, yeni mekanını reddediyor... Böyle romantik romantik yazdığıma bakmayın, son derece bilimsel bir meseleden bahsediyorum ayol, bildiğiniz jetlag. Yani, yüzlerce, binlerce kilometreyi çabucak kat etmenin insan doğasına fena halde aykırı olduğunun ennn büyük kanıtı...
Üçüncü gözüm açıldı
Neyse efendim, bu yazı İstanbul-Bodrum arasını 12 saatte aldığımız bir yolculuğun ürünü, anlaşılacağı üzere. Yolculuğun tatlı ve romantik yanları bir yana, esas otoyollarımız ve sürücülerimizle ilgili üç mühim noktaya parmak basmayı arzu ediyorum.
Şunu ehemmiyetle söylemek isterim;
İstanbul-Bodrum parkurunu tamamlayan kişi sadece direksiyon başında değil, hayatta da daha başarılı olacaktır. Hem fiziksel hem de spiritüel açıdan yeni beceriler kazanacaktır. Şöyle;
1- Geceleri otomobil farları haricinde herhangi bir ışık kaynağı olmayan otoyollarda önünü görmeye çalışmaktan, şoför kişinin gözleri bir kartal kadar keskinleşir, buna ek olarak gece görüş yeteneği kazanır.
2- Oto sahipleri sinyal vermek gibi konularla vakit kaybetmek istemez, o nedenle siz, o araçlara arkadan çarpmamak için niyet okumayı ve telepati kurmayı öğrenmelisiniz.
3- Kazı çalışmaları, yol yapımı gibi durumlar varsa uyarı levhasına lüzum yoktur. Zart diye yol tek şeride düşebilir, bir anda kendinizi yanlış şeritte bulabilirsiniz.
Diyorum ki sürücü kurslarında “ileri niyet okuma ve öngörü teknikleri” de öğretilsin. Zira uzun yolculuklarda güvenliği sağlamanın
tek yolu bu!
Paylaş