Evvelki gün yaşadığım Lost kabusundan sonra, nihayet diziyi adamakıllı izlemeyi başardım.
İki gündür herkes final için “hayal kırıklığı” diyor ancak bana kalırsa yapımcılar 6. sezonda Jacob ve Black Smoke’un hikayesini anlattıkları bölümde böyle bir final hazırladıklarının sinyallerini vermişlerdi...
Öz anne Claudia’nın üvey anneye “Neredeyim ben?” diye sormasını ve üvey annenin “Bana sorduğun her soru başka bir soruya yol açacak” cevabını vermesini hatırlayın...
Sorulan her soru ve verilen her yanıt başka bir soruya yol açacaktı, yalansa yalan de sevgili 6 yıldır Lost teorileriyle ömrünü tüketen Habitus okuru.
Bu son, “hayat sizin beklentileriniz, isteklerinize sizin istediğiniz yollarla cevap vermeyebilir, farklı bir perspektiften bakmayı deneyin” mesajıdır aynı zamanda.
Kusura bakmayacaksınız, ben Lost’a “amaağn, sadece bir dizi işte” gözüyle bakamıyorum.
Yakından baktıkça detayları keşfettiğiniz, soru sordukça daha çok kafanızı karıştıran ve daha da önemlisi, bol mesaj kaygılı ve pek faydalı bir yapım.
Evet, dizinin finalini beğendim ama yine de “Ben yapsaydım nasıl bir son hazırlardım” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. şöyle olsa fena olmaz mıydı:
* Richard Alpert bir anti-ageing markasının yüzü oldu, paraya para demedi.
* Jack ile Kate evlendi, Aaron, Claire ve annesini yanlarına alarak Hollywood tepelerinde bir malikaneye yerleştiler. Evin erkeği Kate oldu.
* Juliet ile Sawyer da evlendi, yalnız Sawyer evlenirken “Çok tatlısın, çok şekersin blondie ama bazen burnunun deliklerini şişirerek sahte sahte gülümsemiyor musun. Uzun vadede bu, beni senden soğutabilecek bir durum” dedi. Juliet ise “Tamam ama sen de sürekli sanovabiç” demeyi bırakacaksın dedi. Anlaştılar.
* Hurley kilo verdi. Üstelik Ender Saraç’ın Formula 7’si ile. Reklamlarda Zerrin Özer’den vazgeçildi ve yeni yüz zayıflamış Hurley oldu.
* John Locke, yanına Benjamin Linus’ı da alarak Türkiye’ye geldi. Cengiz önderliğinde onları gazetemizde ekipçe ağırladık. Saffet de onların ıstanbul rehberi oldu. Kebap, dansöz, lokum, baklava, nargile ve ızzet Çapa’nın mekanlarını çok sevdiler...
Anlamadıklarım...
Dizinin kendisi gibi sonunun da bol soru işaretli olması bana kalırsa iyi ama bu kadar doğaüstü olayla bizi heyecanlandırıp sonra öyle bırakıp gidemezler. Üstelik Lindelof ve Cuse durmadan “Sonuca değil sürece, olaylara değil karakterlere, neticeye değil haticeye bakın” diyor ya, kendi dediklerini yalanlıyorlar kimi noktalarda, sinirleniyorum. Mesela;
* Daha önce hayatlarını kaybetmiş olan Mr. Eko, Ana Lucia gibi severek izlediğimiz arkadaşlar nerede? Neden kilisede değillerdi?
* Walt’ın “olayı” nedir arkadaş? Neden özeldi? O da mı detaydı? Açıklayacaksınız Walt’ı. O kadar bölümü onun üstüne kurup sonra hiçbir açıklama yapmadan bitiremezsiniz o diziyi. Açıklayacaksınız.
* Ada nasıl oluştu? Nasıl oynayıp duruyor yerinden? Adadaki suyun gizemi nedir? Miles nasıl ölülerle konuşuyor? Jacob’un kulübesinde “Help me” diyen adam kimdi? Cevap ver Lindelof!
* Bir ara Juliet, Locke, Sawyer, Faraday, Charlotte filan kayıkta gitmekte iken arkadan birileri ateş açmıştı. Sonracığıma, başka bir vakit kampa alevli ok atmıştı birileri. Yalvarıyorum açıklayın. Kimdi onlar?
* Bir ara bir kuş “Hurley” diye bağırdıydı, o neydi o?
Ben cevaplıyor, “Üzgünüm. Çünkü sen özelsin. Ben ise kendini düşünen, kıskanç ve senin yerinde olmak isteyen adam. Senin gibi olmak istedim” diyor.
Şimdi “Her şeyden çıkarım yapan insan” olmak istemem ama bu hayatın ta ortasındaki gerçek değil midir?
Şu hayat, kendi sıradanlığını, hırslarıyla örten birilerinin, özel olduğunu düşündüğü, kıskandığı, yerine geçmek istediği adamı öldürmeye çalışmasıyla geçmiyor mu? Lost’un senarist ve yapımcılarına “aklınıza sağlık” demek istiyorum.