Paylaş
Berbat bir ruh haline girerdim, kendime olan güvenim bir anda buhar olur uçardı; küçücük, ufacık, görünmez hissederdim kendimi.
Veya tam aksi, varlığım ağır gelirdi, omuzlarımdan bastırırdı, derhal o ortamdan yok olmak isterdim. Bir anda evime ışınlanıp, yorganın altına girip kıvrılmak ve oradan hiç çıkmamak isterdim mesela.
Sonra başlardım düşünmeye...
Karşımdakiyle ne zaman tanıştık, hatta hiç tanıştık mı, nasıl bir iletişimimiz oldu, arada geçen zaman içinde ona ne yapmış, söylemiş olabilirim diye önüme döker, kendimi kahrederdim.
Bazen arkamdan edilmiş ve gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bir laf gelirdi kulağıma veya bir yerlerde okurdum. Adeta hayatımın tek derdi edinir, “Aslında hiç de öyle değil”i ispatlamak için çırpınır dururdum... Çırpınmasam bile aklıma takılırdı o laf, içimde bir yerde saklanırdı ve ara sıra durduğu yerden kafasını uzatıp kalbimi illa sızlatırdı.
Sonra bir gün ne fark ettim, biliyor musunuz? Kendime durduk yere üzüntü yarattığımı... Hayatımda, değiştiremeyeceğim ve esasında doğrudan benimle ilgili olmayan meselelerin esiri olduğumu...
Pek çok kişinin iş ve özel hayatında sosyal ilişkileri ve davranışları böyle veya benzer esaretlerin etkisi altında gelişiyor. “Aman şimdi laf etmesin”, “Aman kötü bir şey söylemesin”, “Aman şimdi arkamdan konuşmasın”, “Aman tadımız kaçmasın”...
Ve ne oluyor biliyor musunuz? İnsan kendini, bildiğin kötü adamlara, kötü kadınlara, hırçınlara, açık açık kötü davrananlara iyi davranırken, kendini anlamsızca sevdirmeye çalışırken, sevimlilik yaparken buluyor.
İşin komiği, siz iyi davransanız da, kötü davransanız da, sonuç değişmiyor. Adam yine arkandan konuşuyor. Kadın yine lafını söylüyor. Kötülüğünü yapacak olan yine yapıyor, çamurunu atacak insan yine atıyor. Sonra da şaşırıyoruz, “Ama ben ona iyi davranıyordum, neden böyle oldu?” diye...
Derdi aslında kendiyle
İşte böyle durumlarda bir kırılma noktası var ve bunun farkına vardığınızda, dünya değişiyor. O kırılma noktası da, kötü davranışın esasında sahibinin kendiyle olan derdini yansıttığını anlamak...
Birisi bize durduk yere kötü davrandığı zaman bu davranışın esasında onunla ilgili olduğunu hiç aklımıza getirmiyoruz. Bir “ayna”yız aslında... Bu cümle, sosyal medyada kişileri hedef alarak ağzından köpükler saçanlar veya mide bulandırıcı sözler yazanlar için de geçerli. Kişiler üzerinden kendi içlerini yansıtıyorlar sadece.
İnsanların kendileriyle ilgili dertlerine asla hakim olamayacağımız için, değişecek bir durum da değil bu. Bazen bunu tamamen görmezden geliyor ve müdahalemiz ile asla değişmeyecek durumlar için kendimizi kahrediyoruz.
Sonra “Ne yaptım acaba ben ona?” diye kendimizi yiyoruz.
Karşımızdakinin davranış motivasyonunu, meselenin aslında bizimle değil, onunla ilgili olduğunu bir türlü kavrayamadığımız için kendimizi üzmeyi sürdürüyoruz.
Önyargıyla karşısındakine saldırmak, dedikodu yapmak, yalan söz yaymaktan zevk almak, bilgiye dayanmayan yorumlarla insan karalamak, isim takmak, arkadan konuşmak...
İşte, arkadaş grubunuzda, aile içinde, sosyal medyada...
Nerede olursa olsun, aynı yere çıkıyoruz: Başınıza geldiği zaman üzülmek yerine, tüm bunların, bu davranışları yapan kişinin iç dünyasının bir yansıması olduğunu hatırlayın.
Ağzından çıkanların esasında sizinle doğrudan ilgisi olmadığını anladığınızda, hayata başka bir pencereden bakacaksınız...
Paylaş