Paylaş
“Oh be gözünüzü seveyim, kültür sanat yazıları geri geldi. Bir ara bütün köşe yazarları siyaset düşünür, politikacı eleştirir, ‘N’olacak Türkiye’nin hali’ yazar olmuştunuz. Ne güzel böyle ortamın dışına çıkmak, güne endişesiz başlamak!”
Okurumuz haklı. Şiştik. Hepimiz şiştik. Yazanı da, okuyanı da şişti.
Öte yandan da insan “Başka ne konuşabilirdik/konuşabiliriz ki?” demeden edemiyor.
Hayat uzun zamandır gri bir pus perdesinin içinde yaşanıyor, malum.
Eğlence eskisi gibi değil, sanat desen boğazına kadar sansürle “soslanmış” durumda, sokağa çıksan bir gram yeşile hasretsin, yalan dolanla idare edilmeye artık zaten bağışıklık kazanmışsın...
En fenası da, her sabah uyandığında “Bakalım bugün akla ziyan neler göreceğiz” diye düşünmeye alışmışsın...
* * *
Cüneyt Özdemir’in şahane özetlediği gibi, “Eğlencesini yitiren ülke” burası.
Bunu “Kültür sanatını, müziğini, tiyatrosunu, sinemasını yitiren ülke” olarak devam ettirmek mümkün.
Ha, eğlence de, tiyatro da, sinema da devam ediyor, gece eğlencesine çıkan çıkıyor, hayat akıyor ama...
O üzerimizdeki gri pusu silkeleyip, yaşadığımız koşulları ve önümüzde duranı bir kenara itip dünyanın en tasasız ülkesindeymişiz gibi “başka şeyler”den bahsetmek öyle zor ki bazen...
Şehrimize gelmiş bir müzisyen, ilişkiler, dedikodu, magazin dünyasına dair bir haber, hatta bazen arkadaşlıklar, kitaplar, filmler bile öyle “tali” geliyor ki o pus içinde yaşarken...
İster istemez bu vaziyet dile ve işlenen konulara da yansıyor.
* * *
Hepimiz yavaş yavaş dönüştük.
Elde olmayan, önüne geçilemeyen bir dönüşümdü bu.
Herkes dönüştü.
En politikadan uzak bırakılmış nesil de dönüştü...
En “Bana dokunmuyorsa ülke sorunlarından bana ne”ci de dönüştü, en “lay lay lom”cu adam/kadın bile dönüştü.
Hayatımızın, sokakların, işimizin, evimizin tam ortasında kocaman bir fil duruyor ama biz sanki o yokmuşçasına normal davranmak zorundayız.
İşimizde, sokakta, henüz betonla düzlenmemiş ya da bir AVM dikilmemiş yeşillik alanda, tiyatroda, sinemada, medyada, her yerde, her yerde duruyor o koca fil.
Bazen hayal dünyasına dalıyoruz ve az görünür oluyor, rahatlıyoruz. (Bakın bu çok az oluyor.)
Bazı günler nereye baksak karşımıza o çıkıyor, delirecek gibi hissediyoruz.
Aklımızı yitirmemek için kafamızı başka yere çeviriyoruz.
Olmadı gözümüzü kapatıyoruz. Kendimizi huzurlu, adaletli, vicdanlı insanların önemli pozisyonlarda olduğu bir yerlerde hayal ediyor, orada yaşıyormuş gibi yazıyoruz.
Delirmemek için buna ihtiyacımız var çünkü.
Vaziyetimiz tam olarak budur.
Paylaş