Paylaş
Testler yapılıyor, vücudu A’dan Z’ye inceleniyor ve herhangi bir sorun olmadığı tespit ediliyor.
Sıra psikologda. Kadın, neden kilo veremediğini, verdiği kiloları niçin aynı biçimde aldığını öğrenmek mecburiyetinde, artık vaziyet canına tak etmiş.
Niçin yiyor, niçin doyma duygusu hissetmiyor, niçin ayarını bilemiyor, niçin kilo vermek bu kadar zor?
Birkaç seansın ardından doktorun ağzından şu cümleler dökülüyor: “Dünyada bir yer edinmeye çalışıyorsun.”
Kadın, çevresinde çok sevilmediğini ve temel olarak hayatta bir işe yaramadığını düşünüyor ve aklı ile bedeni ortak çalışarak, dünya üzerindeki kapladığı alanı genişletiyor.
Bedeninin tepkisi esasında psikolojik.
Bir başka hikaye:
Yine bedensel fonksiyonlarında arıza olmayan bir kadın, yıllarca dönemsel olarak kilo alıyor. Her seferinde bahanesi farklı.
Genellikle buna “kış kilosu”, üzgün olduğu ya da kendini bıraktığı zamanlarda aldıklarına ise “depresyon kilosu” diyor...
Aldığı ilaçların vücudunda su tuttuğu söylenmiş ona, zaten ruh halindeki en ufak dalgalanma bile aklına yemek getirmeye yetiyor...
Tüm faktörler bir araya geliyor ve her sene benzer bir döngü içine giriyor.
Düzenli aralıklarla beş-altı kilo alıyor ve bir türlü veremiyor.
İlaç kullanmaya, ekstrem yollara sapmaya niyetleniyor, kendisini çaresiz hissediyor. Yeni diyetleri denemekten kaçınmıyor, üç gram vermek için tehlikeli sularda yüzmeye razı...
Sonuç hep aynı: Kilo alıyor, veriyor. Yine alıyor, yine veriyor. Tekrar alıyor, tekrar veriyor...
Yarım dünya göbek, mesaj veriyor
Durmaksızın belli besinlere yönelen bir adam...
Mesela ete çok meraklı. Tatlıyı da seviyor ama tuzlu yiyeceklerin bulunmadığı bir hayat düşünemiyor.
Noel Baba göbeği ayrılmaz bir parçası, yakın arkadaşları arasında sık sık hamilelik şakalarına maruz kalıyor.
Yağı bol olmayan tüm yemekler midesinde koca bir boşluk hissi yaratıyor. Diyet girişimleri başarısız, çünkü eninde sonunda eski alışkanlıklarına geri dönüyor.
Gittiği uzman, ayak izlerini geriye doğru takip ederek önce alkol tüketiminin hayatındaki yerini öğreniyor.
Adamın “bir keyfim var, o da her gece bir iki duble içkim” dediği ve neredeyse alkolizm olarak değerlendirilebilecek durumunu biraz daha eşeliyor...
Et, yağ ve tuz merakının kaynağı ortaya çıkmış oluyor böylece... Vücudu alkolle kaybettiklerini geri almak ve vücudundaki etkilerini ortadan kaldırmak için çalışıyor esasında.
Yağ istiyor, et istiyor, tuz istiyor.
Daha da eşeleyince ortaya şu çıkıyor: Esasında adamımız, mutsuz. Görünürde mutlu bir evliliği, iki çocuğu ve yıllardır birlikte olduğu bir karısı var ancak “derinde” yer etmiş “Ben bu hayatı yaşamak istemiyorum” mutsuzluğunu örtüyor.
Her gece alkol yardımıyla hayatı algılayış biçimini değiştirmek zorunda, hayatına ancak öyle tahammül edebilir.
Oysa hayatı o kadar da kötü değil, hatta birçok adam onun hayatını yaşamayı gönüllü olarak isteyebilir...
Fakat o istemiyor. Yaşadığı hayatı değiştirebileceğine inanmadığı veya aile hayatının konforuna çok alıştığı için yeni bir adım atmaya korkuyor. Her gün sabah kalkıyor, eşi ve çocukları ile kahvaltı ediyor, çocuklar okula, o işe gidiyor, akşam eve dönüyor, yemeğini içkisini içiyor ve sızıyor. Bir sonraki gün, bir sonraki ay ve hatta bir sonraki sene de bu rutinle sürüyor...
Ve kaçınılmaz son: Adam hiç kilo veremiyor. Yarım dünya göbeği hep baki. Yıllar geçtikçe kilo alıyor, alıyor ve alıyor.
Her sene bu zamanlarda binlerce kadın ve adam, kilo verme çılgınlığı içine giriyor.
Hayatlarına bir başka döngüyü daha dahil ediyor, yaz bitiminde eski alışkanlıklarına geri dönüyorlar.
Verilemeyen kilolar, kemiğe sıkı sıkıya yapışmış yağlar, “su içiyorum yarıyor”lar esasında bambaşka bir noktaya işaret ediyor.
Beden “mutsuzsun, alarm veriyorum, haberin olsun” diyor.
Belki de o sesi duyamıyorsun. Duysan bile yok varsayıyorsun. “Birkaç kilo aldım ne var canım” diyor, geçiyorsun.
Ruhun ağırlaşmış esas, niçin bunu görmüyorsun?
Paylaş