Kelebek etkisi, itiraf saati!

Düşünün.

Haberin Devamı

Sevgilinizle nasıl tanıştınız? Çok görmek istediğiniz bir ülkeye gitme fırsatını nasıl yakaladınız?

Nasıl aile kurdunuz? Aşkı nasıl buldunuz? ışinizi nasıl buldunuz/kurdunuz?

Düşünün.

Şu anda yaşamakta olduğunuz hayatın fitilini yakan ilk anlarını.

Geçmişte farkına varmadıklarınızı...

An gelmiş, tuğla tuğla üstüne binmiş, bir kapı diğerini açmış, bir kelebek kanadını çırpmış ve bir bakmışsınız o küçük hareket koca bir hayatın temelini kazmış...

Hayatta size keyif veren ya da sahip olduğunuz, yapmaktan hoşlandığınız her şeyi; hatta hobilerinizden işinize tüm hayatınızı düşünün...

Yıllar öncesine gidin... Hatırlamakta zorlandığınız anlarınızı gözünüzün önüne getirin...

İnanın bu, güzel bir film izlemekten daha zevkli!

Akşam oturun bir deneyin.

Bu seans insanın kendisini tanıması için de pek gerekli!

Hayatta sizin için ne hevesti, ne gerçek sevgiydi, ne zaman dediğiniz “ben iyiyim”ler sahiciydi?

O kelebek kanadını çırpmasaydı hayat neye benzerdi?

Acaba başka biri mi olurdunuz?

Düşünüyorum...

Kısa diyemeyeceğim kadar bir süredir gazete-dergi dünyasının içinde yaşıyorum. Yazı yazarak hayatımı kazanıyorum.

Peki ben ilk defa ne zaman bir gazeteyle, dergiyle gerçek bir ilişki kurdum?

Duyun da inanmayın; bir platonik aşk sayesinde!

Bu ıntizar’ın Tolga Savacı’ya yaptığı itiraf gibi olacak ama hakikat bu, vallahi bu!

Evet, ilk defa adamakıllı gazete okumaya bir yazara aşık olduğum için başladım! Dolayısıyla “kelebek etkisi” tanımı çerçevesinde, bu platonik aşktan 14 yıl sonrasına; yani bugüne gelince, o yazar sayesinde gazeteci oldum demek yanlış olmaz sanırım!

Efendim, yıl 1995, Habitus 15 yaşında. Hürriyet ve Milliyet giriyor eve, bir de yayın hayatına yeni başlamış Yeni Yüzyıl. Gazete umurumda değil, her gün gazeteyi açıp Kürşat Başar’ı arıyorum, buluyorum, merakla okuyorum.

Aşığım, aşık, çok fena aşık! Köşesini okuduktan sonra, usanmadan her gün aynı kararı veriyorum, “Evet, bugün kendisini arayacak ve konuşacağım” diye.

Yeni Yüzyıl’a telefon ediyorum.

“Kürşat Başar lütfeeeeğn!” diyorum. Fakat hiçbir zaman devamını getiremiyorum, can havliyle telefonu kapatıyorum.

Kendisi belki sürekli ofiste bile değil, hiçbir fikrim yok, bilmiyorum.

Ama aşkım depreştikçe (yani sık sık) arıyorum!

Sevgili Kürşat Başar. 14 yıl önce sizi arıyor ama bir türlü konuşamıyordum.

Çünkü sizi seviyordum, heyecandan ölüyordum!

İlk defa adamakıllı gazete okumaya başlamamı da sanırım size borçluyum.

Evet, itiraf ediyorum.

Haberin Devamı

Dergi, candır!

Haberin Devamı

Eh, 15 yaş öncesinde çocuktuk tabii. Gazeteyle mazeteyle işim yok. Lay lay lom peşinde bir ergenim. Okula giderim, arkadaşlarımla gezerim, müzik dinlerim, evdeki tek dünyam da kitaplarım, müziğim, günlüğüm ve dergilerim!

Üç tane dergi var hayatımda, onlarla yatıp onlarla kalkıyorum. Biri bizim Blue Jean, diğeri Hey Girl, diğeri de Seventeen.

O zaman Seventeen’in Türkiye edisyonu yok tabii, Amerikan Seventeen’den bahse-diyorum.

Kaç yıl boyunca yalayarak, yutarak okudum o dergileri.

Zamanında Bilim ve Teknik’le, Focus’la, Fenomen’le, Go’yla, Biba’yla, annemin 70’lerden kalma Woman’s Own’ları ve Reader’s Digest’leriyle; National Geographic’leri, Atlas’larıyla kısa süreli ilişkilerim oldu ama Blue Jean’den, Hey Girl’den ve Seventeen’den hiç vazgeçmedim.

Ta ki ergenlikten çıkana dek...

Efendim, Kürşat Başar’a aşık olduğum yılın yazında, yazlıktayım. Sitenin bir köşesinde torbalar içinde istiflenmiş Cosmopolitan’ları buluyorum; 92-93 yıllarına ait sayılar...

Oturuyorum yere, okumaya başlıyorum. Saatler geçiyor, kafamı kaldıramıyorum.

Dergileri alıyorum, eve kapanıyorum.

Ve işte o gün o sayfalara aşık oluyorum.

İşte görüyorsunuz, 15 yıl sonra insan geriye dönüp baktığında kanat çırpan kelebekler görüyor. Size de tavsiye ederim, bir deneyin... Kim bilir neler bulacaksınız...

¡¡¡

İnsan hayatındaki böyle minik, görünmez ama enteresan bağlantıların önemini düşünmeden edemiyorum.

Sizinkileri de yazın bana. Değişik bir hikaye çıkarsa burada da konuşalım, ne dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları