Kafayı meşgul tutmalı!

Bahar geldi ya şimdi...

Haberin Devamı

Huzurla sokaklarda dolaşacak, bahar dallarını görünce mutlu olacak, belki aşık olacak, heyecanla yazı bekleyecektik....
Fakat milyonlarca yıllık insan tarihinde öyle lanet bir döneme denk geldik ki, bunların yerine evimizde oturup, kırk yılda bir kalabalığa karışmak zorunda kalırsak intihar saldırısına denk gelir miyiz diye endişeleniyoruz.
Her sokağa çıkış bir mutsuzluk sebebi.
İşine, gücüne gidiyor her gün milyonlarca insan. Biz kaçıyoruz, terör kovalıyor hissiyle...
“Günlük hayata devam” diyorlar, nasıl devam?
Hafta sonundan beri sokaklar boş, AVM’ler boş, parklar boş, yollar boş...
Sadece marketlerde normalin ötesinde kalabalık var, insanlar resmen erzak depolayıp evlerinde oturmayı tercih etti, hâlâ ediyor.
Uzun bir zaman da bu böyle sürecek gibi görünüyor.
Birkaç günde bir bomba haberi alırken, sürekli ensemizde terör tehlikesiyle yaşarken öyle kolay değil hayata devam etmek.
En azından kamusal hayat sularında vaziyet böyle.
Hayat dediğimiz, sırf kamusal hayat değil elbette.
Bir süre insanlar kalabalık yerlerden kaçınacaklar, bunun bir alternatifi yok.
“İnadına kalabalık yerlere gidin. Bir bombaya denk gelirseniz gelirsiniz...
Bu koşullarda olacak o kadar artık!” demek, gerçekçi bir öneri değil.
Fakat başka türlü elbette devam edeceğiz hayata. Dört elle sarılacağız.
Aklımızı koruyacağız.
Böyle dönemlerde herkes akıl sağlığını korumak konusunda farklı yaklaşıyor hayata.
Şu da bir gerçek: Toplumun genel ruh hali öyle yılgın ve umutsuz ki, “Kaderimize mahkumuz, buradan ne köy olur ne de kasaba artık” demeye pek meyilli.
Ben de meyilliyim.
Her konuyu olumsuz taraftan algılamaya, hep en kötüsünü düşünmeye ve umutsuz hissetmeye çok meyilliyim.
Pek çok insan gibi...
Fakat son zamanlarda fark ettim ki, bu ruh halinden çıkmak için direniyorum, üstelik bunu isteyerek değil, farkında olmayarak yapıyorum...
Psikolojik olarak yenilmeyi reddediyorum demek ki...
Nasıl mı?

Haberin Devamı

Çalışıyorum!

Ayşe Arman’ın Prof. Çiğdem Kağıtçıbaşı ile yaptığı röportajda okudunuz, tam da onun söylediği gibi yaşayarak!
Yani çalışarak. Aklı meşgul tutarak...
Prof. Kağıtçıbaşı, “İnsanlar, zor zamanlarda işlerini layıkıyla yapmaya devam edebilirlerse, bu zorluklarla daha iyi başa çıkabilirler” diyor.
Bu delilikle mücadele etmenin, başı dik tutmanın, sağduyulu kalabilmenin tek koşulu çalışmak.
Her anlamda çalışmak!
Peki neler yapıyorum? Bir defa, her gün koşuyorum.
“Yanıyor dünya, bir de yerimden mi kalkacağım” demiyorum, yılgınlığıma yenik düşüp kendimi sonunda daha da kötü hissedeceğim bir döngü içine sokmuyorum.
Bazı günler zorla oluyor ama illa yapıyorum bunu. Koşamazsam yürüyorum, yürüyemezsem evde YouTube’dan bir egzersiz videosu açarak çalışıyorum...
Ama illa hareket ediyorum.
Yarım bıraktığım işlere sarılıyorum.
Ara vermeden, kendimi boşluğa düşürmeden çalışıyorum.
Bana iyi gelen kitaplar okuyor, filmler izliyor, bugüne kadar zamansızlıktan eğilemediğim ne konu varsa büyük bir iştahla karıştırıyorum.
Bazen de geçmişe gömülüyorum.
Çok mutlu olduğum bir zamanı fotoğraflarla veya günlüklerle tekrar hatırlamak iyi geliyor.
Veya ilgi duyduğum bir zamanı okumak, 60’lara 70’lere dalmak veya filmlerle, dizilerle yüzyıl öncesine gitmek...
İyi geliyor.
İşin özeti, bu delilik halinde bile sağlam kalmaya ihtiyacımız var.
Hatta en çok şimdi ihtiyacımız var!
Sağlıklı düşünebilmek için iyi uyuyalım, iyi beslenelim, hareket edelim ve çok çalışalım.
Bu zamanların üstesinden ancak böyle gelebileceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları