İyiyiz, güzeliz, şahaneyiz!

Efendim, evvelki gün akşamüstü saatlerinde, çok affedersiniz, evde küçük bir fil gibi yatıyordum.

Haberin Devamı

Sevgili Selim Akçin’in “Neredesin Habitus, iyileşmedin mi, insaf artık” demesiyle şöyle bir doğruldum ve fark ettim ki, hakikaten bir şeyim kalmamış ama hâlâ yatmaktayım.

Eh, insan yattıkça yatıyor tabii.

Bir de hasta insana böyle “güzel muamele” var ya...

İnsan kalkmak istemiyor.

Gak diyorsun yemek geliyor, guk diyorsun su.

“Aaah” diyorsun tansiyon aletiyle koşuyorlar, ”Ooooh” diyorsun yastığını düzeltiyorlar.

Televizyon izleyip dergi-gazete okuyarak, ara sıra laptopla internet ortamlarına karışarak ve yazımı yazarak sonsuza kadar yatabilirmişim, bunu anladım.

Ayrıca bir sene boyunca her gece yaklaşık 3 saat uyuduğumu varsayarsak kaba bir hesapla 76 gün uyku eksiğim olduğunu söyleyebilirim; dolayısıyla yatay pozisyona geçtiğimde (eğer heyecanlı bir şeyler olmuyorsa) hop diye uyuyakalıyorum.

Öte yandan geçen hafta olduğu gibi “Ya yine korkunç ağrılar saplanırsa” diye temkinli davranıyorum.

Neyse, hastalıktan dolayı evde yatmamı keyif unsuruna dönüştürdüğümü ve etrafımdaki insanlara köle muamelesi yaptığımı fark eden sevgili Tolga Akyıldız “Melike, başlarım senin enfeksiyonuna, hadeee, yok bir şeyin, yürrrü” dedi ve kolumdan tuttuğu gibi beni Cihangir sokaklarına fırlattı. Oturduk Susam’a, yemek yiyeceğiz.

Şimdi, dışarı çıktık ama grip mrip kol geziyor diye de endişeliyiz. Ellerimizi 10 dakikada bir Pürel’le ovalıyoruz, dirseklerimize kadar sürüyoruz, (malum dirseğe hapşırıyoruz ya, mafsalları da arındırmak şart) sterilizasyon konusunda delirdiğimizi fark ediyoruz.

Donmamıza rağmen, sırf kalabalığa karışmamak için dışarıda oturmaya karar veriyoruz.

Neyse, biz kendi çapımızda pür-i pak oturmakta ve Domuz Gribi’nden kaçınmakta iken bakınız ne oluyor....

Ufukta Ece Temelkuran görünüyor!

Kendisi birkaç gün önce Domuz Gribi’nden bildirmişti hatırlarsınız.

Biz “ANAM!!! DOMUZ GRıBı!!! ECE!!! DOMUZ GRıBı!!!” derken...

Ece’nin gelmesi...

Bize katılması...

El sıkışmamız...

Benim oracıkta can vermem...

* * *

Haberin Devamı

Şimdi, kendisinin hastasıyım bir yandan, elini tutup yanaklarından da öpeceğim, “seviyorum seni” diyeceğim ancak şu koca gerçek aramıza giriyor:

Ece bir süredir Domuz Gribi’nden ötürü yatmakta.

İlk defa kendini iyi hissetmiş, sıkılmış, dışarı çıkıyor.

Ve. Galiba ilk temas ettiği insan ben oluyorum.

* * *

Haberin Devamı

Vakit geçtikçe endişe mendişe kalmıyor tabii, görüyoruz ki hastalığı atlatmış, ilacını içmiş, yatmış, dinlenmiş...

Haberi duymayanlara ben vereyim, Ece Temelkuran iyileşmiş.

Bende de ağrı, sızı, sancı, Bruce Lee tekmesi, vb. kalmadı.

Domuz Gribi de olmadım.

Sevgili Popvirüs de iyi.

Özetle, hepimiz iyiyiz, güzeliz şahaneyiz!

Fakat bu geceden sonra gördüm ki hepimizin gözlerine H1N1 perdesi inmiş, iyice paranoyaklaşmışız, kafayı yemişiz!

Yola yola bitiremediniz!

Güneş gözlüğü almak için en iyi zaman, fiyatların düşmesinden ötürü kış aylarıdır biliyorsunuz.

İyi bir gözlük ise bir aylık ev kirasını gözden çıkarmanızı gerektirecek kadar pahalıdır, onu da biliyorsunuz.

Yaz sonunda Balenciaga’nın yeni modellerinden birini almaya niyetlendim. Fiyatını öğrenince gözlerim pörtledi tabii, etikette 1500 lira filan yazıyordu. Sonra gözlerim kararmış, bayılmışım; küsuratını hatırlamıyorum. Neyse, rakam fazla geldi elbette, aklımı yitirmediğim için satın almadım ama seri numarasını, model ismini istedim ve internette fiyatını araştırmaya karar verdim.

Aynı gözlüğe Türkiye’ye gönderim yapan birçok alışveriş sitesinde ve ebay’de rastladım.

Aşağı yukarı hepsi 250-300 Dolar civarındaydı.

Benzer araştırmayı UGG’lar sadece Home Store’larda varken ve fahiş fiyatlara satılırken de yapmıştım. Alışveriş sitelerinde bulduklarımın fiyatları son derece makuldü.

Anladık, vergi, mergi, kâr payı derken fiyatlar biraz uçabiliyor, ürün yurtdışındaki fiyatının üzerine çıkmak durumunda kalıyor ama bir malı değerinin 3-4 katına satmak biraz ayıp olmuyor mu?

Buldunuz kazları, yolun bakalım...

Yazarın Tüm Yazıları