Paylaş
Televizyonda neden insanı rahatlatan, rekabet gerginliği yaşanmayan, kötü karakterlerin diğerlerine türlü acılar çektirmediği, yumuşak, tatlı yapımlar yok? Televizyonumuz da bize benziyor, hırçın, sinirli, gerilimli, rahatsız, dizilerde kötü karakterden geçilmeyen...
İnsanlara bir yapımı, programı, diziyi izletmek için gerekli “malzeme”den çalsınlar demiyorum. O malzeme nedir? Drama yaratma becerisi.
Drama da iyilik-kötülük gibi zıt kavramların arasında gidip gelerek üretiliyor. Fakat kabul edelim, artık insanlar televizyon karşısına geçtiklerinde kendilerini sinir hastası etmeden gülümsetecek işler de istiyor. Dramasız, sinirsiz, gerilimsiz, mutlu bir çerçeve çizen, insanı rahatlatan türde yapımlar.
Şu anda en fazla “kötü erkek karakter” dozu alıyoruz.
Ardından, karakterlerin birbirinin suratına mel mel baktığı, diyalogdan çok herkesin birbirinin suratına bakarak adeta beyin okuma yarışına girdiği yapımlar geliyor. Herhalde gelecekte dizilerde bir noktada diyaloğa da gerek kalmayacak. Herkes birbirinin suratına anlamlı anlamlı bakacak ve dizi bitecek, çünkü hem karakterlerin beyin okuma becerisi, hem de bizimki gelişmiş olacak!
Bir de yarışma programları var. Belki de şimdilik bu “mutlu bir çerçeve çizen yapımlar” boşluğunu onlar dolduruyor. Geçen gün TRT’deki Ana Ocağı’nda 3 yarışmacıya 5 dakika içinde boncuklu telefon kılıfı yaptırdılar mesela. Yarışmacılar, önlerindeki boncuklara yapıştırıcı sürüp kılıfa yapıştırıyorlardı, o kadar! “Herhalde bir yere varacak olmalı bu iş” diye bir süre izledim ama hayır. Sadece boncuklara yapıştırıcı sürüp kılıfa yapıştırdılar. O kadar. İnsan bunları görünce 80’lerdeki elişi öğreten çocuk programlarını hatırlıyor.
Hazırlıklarımızı yapar, malzemelerimizi dizer, ekran başına kurulurduk. Öyle kolay da değildi bize gösterilenleri yapmak. Dikkatle izlemek gerekirdi.
Boncuklara yapıştırıcı sürerek kılıfa yapıştırmanın “yetişkinlere dair programın bir bölümü” olarak gösterildiği “süper yaratıcı” işleri gördüğünde, insan kendini enayi gibi hissediyor.
“Kafa boşaltıcı program” derken, bu tür programlardan bahsetmiyorum elbette.
Ne bileyim, hani Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li Bizim Aile gibi mesela. Güzel bir aile komedisi...
Veya “Bizim Aile”nin ilham kaynağı olan, 70’lerin Amerikan aile komedisi The Brady Bunch gibi mesela...
Şimdi, tam sırası!
Veya 60’ların Tatlı Cadı’sı ile “JR” Larry Hagman’lı I Dream of Jeannie’nin karışımı “Ruhsar” gibi. (Cem Davran ve Hande Ataizi’nin başrollerinde olduğu Ruhsar hani.)
Veya “Bizim Tatlı Cadı”, Sihirli Annem gibi...
Veya “Full House” (Bizim Ev) gibi. Şimdi bu dizi, ikizler dışındaki diğer karakterlerle yeniden çekiliyor “Fuller House” adını alarak...
Veya “illa az drama olsun” diyorsak, Downton Abbey gibi. İnsanlara güzel, sıcak duygular hissettiren, güzel, insani mesajlar, merhamet duygusu veren yapımlar...
Şebeke suyumuza antidepresan katılmadığı sürece gerilimimizi, sokakta karşılaştığımız, tanımadığımız insanlara karşı kabalığımızı, asık suratımızı değiştiremeyeceğiz.
Bari televizyonda izlediklerimize biraz “insanlık mesajı” katalım. Biraz mutlu, neşeli, ölümü değil, güzel hisleri yücelten yapımlar görelim. Biraz yaratıcı olsun, telefon kabına boncuk yapıştırmayı dakikalarca gösterip izleyiciyi enayi yerine koymasın. Yaratıcı, neşeli, güzel mesajlar veren, iyi hissettiren... Merhamet, vicdan gibi değerli, insanı insan yapan değerlerin altını çizen...
Bence şu sıralar tam sırası.
Televizyon izleyicisinin açlık duyduğu şey, bu... “Güzel hisler”...
İlk davranan kanal, yapımcı veya yönetmen, kazanır.
İyi hafta sonları!
Paylaş