PaylaÅŸ
Dolayısıyla artık eÄŸrisiyle-doÄŸrusuyla bir Eurovision deÄŸerlendirmesi yapabileceÄŸime inanıyorum. Elbette artılara deÄŸil, eksilere odaklanıyorum.Â
Kusuruma bakmayacaksınız artık, şu konuları içimde tutamıyorum:
* Sevgili Avrupa ülkeleri. "Al gülüm, ver gülüm"den vazgeçiniz. Madem vazgeçmiyorsunuz, bundan böyle "Eurovision Şarkısız Yarışması"
yapalım. Hiç öyle besteydi, şarkıydı kasmayalım. Ülkeler birbirlerine durduk yerde puan versin. Bence bu daha uygun.
* Sevgili sunucular. Televoting sonuçlarını aktarırken sevimli hareketlerle, "it vaz e vandırful şov" gibi klişe cümleler sarf etmeye paydos deyiniz. Böylece siz dahil, herkes rahatlayacak.
* Sevgili kadın solistler. "Sesim yirmi beş oktavdır, duy da inanma" gösterisi yapan kadın yarışmacı istemiyoruz. Bana ne senin sesinin genişliğinden arkadaş! Doğru düzgün şarkı söylesene sen. Saçları uçurmaya da lüzum yok. Bele kadar uzanan saçlara alttan alttan fanı verip uçuşturmayanı soprano yapmıyorlar galiba.
* "Duyarlı, romantik, 80'lerden beri hiç değişmeyen Eurovision şarkısı" formatından vazgeçiniz. Joy FM bile sıkıldı sizden. Bugüne dek bu şarkılardan bin adet yaptınız, bin birinciyi dinlemek istemiyorum. Öyle şarkılar duyunca bayılıyorum, kolonyayla bile ayılamıyorum.
* Eurovision'a, liseler arası müzik yarışmasına bile katıldığında yüz ekşitilecek şarkılar göndermeyiniz. (Birinci oldu bu defa ama hadi, neyse…)
* Müsamere koreografilerinden vazgeçiniz. İnsanın gözlerine inanası gelmiyor vallaha. Gelinim sana söylüyorum, İspanya sen anla.
Önder Bekensir denen ayarsız adam…
Biliyorsunuz geçen hafta magazin gündemini işgal eden isimlerden biriydi Önder Bekensir. Bir erkek arkadaşıyla zodyakta sarılarak oturduğu fotoğrafları basında yer aldı ve üzerine bol miktarda haber ve yorum yapıldı. Madem hal böyle, dedim ki şu adamcağızla bir konuşayım. Bu haberlerden etkilenmiştir, kimi palavra, kimi doğru, üstüne bir yığın yorum yapılıyor… Muhakkak konunun objesi olan adamın, söylenenlerle ilgili bir diyeceği olmalı…
* * *
Aldım numarasını, aradım. "Yok röportaj yapmıyorum" dedi. "Yanlış yansıtılacağınızdan mı korkuyorsunuz?" diye sordum. "Ben Allah'tan başkasından korkmam" diye cevap verdi. "Estağfurullah, elbette bir tek Allah'tan korkuyor olduğunuzu ben de tahmin ediyorum, söylediklerinizin çarpıtılacağından endişe duyuyor olabilirsiniz, kendinizi doğru aktaracak bir mecra arıyor olabileceğinizi düşünüyorum, gelin konuşalım. İstediğiniz soruya cevap verir, istemediğinize vermezsiniz. Ertesi gün gazeteyi açtığınızda "Allah kahretsin" diyeceğiniz bir şey görmezsiniz." diye devam ettim.
"Çok zor benim röportaj vermem…"
Konuşmanın başından farklı olarak, "İmkansız"dan "zor"a geçince, kendisini biraz "meyilli" gördüm. Hay görmez, konuşmaya devam etmez olaydım!
Önder denilen bu ayarsız adamın, içindeki homo sapiens'in çıkması uzun sürmedi…
Birbirini tanımayan iki insanının kurduğu sizli-bizli, hanım'lı bey'li diyalogdan çıkıp, bir anda ışık hızıyla "sen"e geçmesine şahit olmakla kalmadım, üzerine beynimde bir "ulan" kelimesi yankılandı. Hatta bir noktada kendimi "Bir de beni utanmadan arıyorsun" gibi bir cümle duyarken buldum.
ÜSTELİK, Önder Bekensir denen adam hakkında BİR KELİME BİLE yazmamış olmama rağmen…
"Utanma" meselesine gelelim…
Aslında hadise şu, adamcağız, gazetemizde erkek arkadaşıyla sarılmış fotoğrafları manşet oldu diye kızmış.
Hürriyet'i dava etmiş ve avukatı "Hiçbir açıklama yapma" tembihinde bulunmuş.
Ben onu ikna etmeye çalıştıkça adamın üzerine post gibi giydiği "kendine güvenini" okşamış bulundum herhalde. Yoksa böyle konuşacak cüreti nereden bulacak?
* * *
Önder denen, konuşma adabından, üslubundan habersiz adam, sana söylüyorum.
"Günlerdir canını sıkan bir hadise var, anlat dilediğin gibi, aynen yazacağım, al sana mecra" dedim.
Senin o mide bulandırıcı, çirkin tavrına gıkımı çıkarmadan, nezaketimi kaybetmeden teklifimi yaptım.
Bu mudur senin "iletişim becerin" be ayarsız adam?
Beyefendilik denen kavramın tam aksiymişsin sen.
Hata bizde ki, bunları adam yerine koyuyoruz, bir de üzerine yazıyoruz…
PaylaÅŸ