En kötü huylarımız (1)

Bu haftaya sinirli başladım muhterem Habitus okuru. Ani hava değişiminden midir nedir, her şey ve herkes batıyor.

Haberin Devamı

Normalde artık kanıksadığımız ve “Burası Türkiye” deyip geçtiğimiz konular böyle zamanlarda insanı 10 kat daha fazla hasta ediyor.
Bize özgü ve anlamakta zorlandığım bazı konular var. Az sonra hepsini sıralayacağım. Sıralamakla kalmayacak, yarın da devam edeceğim. Buyurunuz, numara bir...

İŞ “IRKÇILIĞI”:

Geçen gün bir mağazada müşteriyi satış görevlisi sanarak fiyat sordum. Tahmin edersiniz adamcağız pek bozuldu, “benim tezgahtara benzer bir halim mi var” bakışı attı...

Bizde bazı adamcıkların burun kıvırdıkları ama bunu asla açıkça söylemedikleri birtakım işler vardır. Bu aslında ırkçılık gibi bir şey bana kalırsa...

Bir insanı ve mesleğini bir kategoriye koymak... Neticede herkes iki kuruş para kazanmak için bir iş yapıyor, ne kategorisi, neyin kategorisi ya?

Kimi işlere burun kıvrıldığını ne zaman anlarsınız, biliyor musunuz? Yaşadığım olay mesela bir numaralı örnektir.

Aha şu da iki numaralı örnek: Bir müşteriyi servis elemanı sanıp bir bardak su isteyin bakalım neler oluyor...

Adamın/kadının yüzü mordan yeşile dönsün ve “ben garson değilim!?!?!?!?” gibi bol soru işareti ve ünlemli bir cevap versin...

Bir kere bir servis ya da satış elemanı, bağlı bulunduğu şirketin logolu kıyafetini giymemişse müşteri mi yoksa siparişinizi alacak insan mı anlamayabilirsiniz. Bu tip yerlerde herkese “pardon bakar mısınız” demek mümkün dolayısıyla.

Mesela bir mağazayı ele alalım. Soyunma kabininde kıyafet deniyorsunuz, çantanız, üstünüz başınız kabinde.

Kabinden çıkıp yakın askıdaki başka kıyafetlere göz atmaya başlıyorsunuz.

Şimdi, şu sahnede, eğer Ajda Pekkan filan değilseniz rahatlıkla bir müşteri size yaklaşıp “pardon bunun 36’sı var mı?” diye sorabilir.

“Neeeaaaah?? Bana tezgahtar dedi” gibi hezeyanlarda bulunmaya gerek yok yani.

Bazen kendimi 80’lerin Türk filmlerinde yaşıyormuş gibi hissediyorum ve olayı bağlıyorum: Herkes hayatını sürdürebilmek için birtakım işlerde çalışıyor. Bunun aşağısı-yukarısı, kategorisi, cartı, curtu yok. Nokta.

KİŞİSEL ALANLARA SAYGISIZLIK:

Kişisel alanlar konusundaki sınırlarımız o kadar bulanık ki yolda yürürken bile önümüzdeki ile mesafemizin ne kadar olması gerektiğini bilemeyiz...

“Sınırlar” konusunda en bomba anlardan biri de ATM’de para çekerken ensenizde arkanızdakinin nefesini hissetmenizdir herhalde.

Veya bir kafede laptop’ınızla otururken yandaki adamın ekranınıza gözünü dikmesi... Veya açık ofiste çalışıyorsanız, yanınızdan geçerken bilgisayarınızın ekranına gözünü kilitleyen iş arkadaşınız...

Sıra meselesinde de, herhalde bir tek yurtdışı giriş-çıkışlarda pasaport kontrolünde “kırmızı çizgi”nin arkasında durmayı becerebiliyoruz.

BEDAVACILIK:

Bizde her yapılan işin maddi karşılığı olduğu duygusu bir ara yok olmuş.

Sanıyorum bu 2001’deki krizle oldu. Ucuza adam çalıştırma, ucuza olmasa da mümkün olduğu kadar eli sıkı davranma, “bu işin rayici budur” dediğimiz mekanizmanın ortadan kalkması...

Devam eden yıllardaki krizler de bedava/ucuza adam çalıştırmak için bahane oldu.

Bu konudaki en güzel örneği reklam sektöründe çalışan bir arkadaşım verdi geçenlerde: “Eski ajansımda dünyaca ünlü ve güçlü markaların stratejilerini yönetiyor ama ay sonunu getiremiyordum...”

Doğru, markalara daha çok kazandıracak yöntemler buluyor, yaptığı işler büyük markalara büyük paralar olarak dönüyor ancak kendisi kazanamıyordu.
Aynı konuyu gazetelere de uyarlamak mümkün aslında. ıki kuruş maaşa çalışan muhabir “hedonizm” yazısı yazıyor mesela.

Aldığı maaşla hedonist değil “sefilist” bir hayat sürebilirken başkalarına “hedonizm süper bi’ şeydir, herkes hedonist olmalıdır, ah-hah-haay, herkes eğlensin, hayatın tadını çıkarsın” tavsiyeleri vermek nasıl bir psikoloji yaratır insanda?

Dışarıdan “vay be bu da amma kazanıyordur” dediğiniz işlerin çoğunda adamın maaşını bilseniz, bırakın “vay be”yi, ancak “vah vah” dersiniz...

Kapitalizmin en çok “insan ezdiği” ülkelerden biri Türkiye.

Sadece “işin rayici” konusu değil, adalet duygumuz da uçmuş gitmiş.

Dolayısıyla Türkiye “hakkı yenen sinirli insanların ülkesi”...

Yazarın Tüm Yazıları