İşte sonunda kâbus gün geldi çattı. Yılbaşı gecesi.
Çok eğlenmeye niyetlenilip “365 gecenin en sıkıcısı” olarak kayıtlara geçen gece. Eyvahlar olsun. Kim bilir bu akşam neler yaşanacak. Zaten olaya kafadan “Çok eğlenmek istiyoruz ama hiç eğlenemeyeceğiz galiba, neyse yine de umutlu gibiyiz sanki??” diye girdiğimiz için akşama şenlik var, saçmalık var. Bakınız, öncelikle şunu söyleyeyim; “Bir yıla nasıl girerseniz öyle devam eder” külliyen yalan. Eğer bu cümle gerçek olsaydı ben gerçekten berbat bir hayat yaşıyor olurdum. Bir insan hiç sektirmeden her yılbaşında başına bela açar mı? Her sene ama her sene yeni yıla berbat bir giriş yapar mı? Buyurunuz, ilk aklıma gelenler... * Bir sene 7 Eleven’da mahsur kaldım. Evet, bildiğiniz, süpermarkette mahsur kalmak. * Bir sene aile yemeğinde “yılbaşı yemeği” havası yaratılmadığı için sofrada arbede çıkardım. “Bir tane yılbaşımız var, neden şurada hindi-iç pilav yerine dolma yiyoruz yiieeaaa” diyerek bir ergen serzenişiyle çevremdeki aile mensuplarının sinirlerini kaşıdım. Önce ağabeyimin gözlerinde şimşekler çaktı, “Birlikteyiz ya! Başlarım senin hindine” diye bağırdı. Ben de bağırınca kavga eden kedi köpeğe döndük. Ağabeye bağırılır mı. Ağabey candır. Eh, tabii bunun üzerine babamın çarpıntısı tuttu ve saat 20:38 gibi yattı. Annem ise nemli gözlerle olanları izledi. Sonra o da yattı. Ağabeyim bir Na’vi gibi tıslayarak evi terk etti. Kaldım mı kırık bir kalple tek başıma. Ben de attım kendimi sokaklara, sonra sinirim geçince geri geldim. Ağabeyim de aynı yöntemi izlemişti. Sonra tatlıya bağladık; ama oldu işte bir kere... Ah şu ergenlik yılları. Ne zordu yarabbi. * Bir sene, bir diğer çok, ÇOK sıkıcı bir yılbaşı partisinden sıvıştım ancak zamanı iyi ayarlayamadığım için gece 12’de otoyolda sapsarı Vosvos’umla 60 km/saat hızla seyretmekteydim. (Ha, bu yılbaşı, diğerleriyle karşılaştırınca, güzeldi tabii.) * Bir yılbaşında zehirlendim ve yeni yıla hem roket gibi hem de istifra ederek girdim. Ooof, daha neler var neler... O yüzden artık korkuyorum. Plan yapmaya, partilerden partilere koşmaya, “Heyheeey çok eğleneceğiz bu akşam” diye heyecanlanmaya... Bu akşam için nasıl planlar yaptınız bilmiyorum sevgili koni şapkalı, helezon düdüklü, Noel Baba kılıklı Habitus okuru ancak yakın arkadaşlarla ev partisi yapmak en sağlamı galiba. Onda da herkesin sizi satması ve 3 kişi kukumav kuşu gibi kalma riski var ama olsun. En azından Taksim’deki meydan muharebesi içinde kalmaktan iyidir. Aslında ne düşünüyorum biliyor musunuz? Kendimize “Yılbaşında eğlenilmez, çabalamayın, zorlamayın” cümlesini o kadar sık kuruyoruz ki hakikaten belki de sırf bu yüzden berbat geçiyor gece. Öte yandan bu konuya ıngiliz bilim adamları gibi bilimsel yaklaşmak da mümkün. şöyle; bana sorsanız bir ay içinde eğer 6 kez dışarı çıkmışsam bunlardan sadece biri çok eğlenceli geçmiştir. 6’da bir, kaba hesapla yüzde 17 şans demektir. Yani 100 gece çıksam, sadece 17’si eğlenceli geçebilir. Düşünün yani. Eh, yılda sadece bir tane olan “yılbaşı”nın eğlence garantisi: Evet, düşük. Tek atışta 12’den nasıl vurabilirsin arkadaşım? Bakınız, sizlere sayılarla, adeta matematiksel verilerle sesleniyorum. ınanınız bana. Eğer “Ne önerirsin sevgili Habitus?” derseniz... Şunları söyleyebilirim: “Haydi gel sokaklara atalım kendimizi” demeyiniz. Evde kalınız. Ev, candır. Tombala oynayınız. Trivial Pursuit’i, Tabu’yu masanızdan eksik etmeyiniz. Scrabble bozar. Twister olabilir bak. Ortamı ısıtır. Yakın arkadaşlarla ve potansiyel sevgililerle çalışacak bir yöntem. Olmadı, arkadaşlarınızın ev partilerine uğrayınız. Onları ihmal etmeyiniz, kalp kırmayınız. Yakın arkadaş, candır. Yok, illa dışarı çıkacağım diyorsanız size kendi muhtemel rotamı önereceğim. Kimbilir, belki karşılaşır, kadehleri tokuştururuz. İlk program Akaretler Der Die Das’ta. Yeni yıl partisi gece 10’da başlıyor. Kiwi çalacak sabahlara kadar. Kiwi candır. Güzel çalar. (Beyoğlu Sefahathane’den transfer barmen Hakan’ın yaptığı “Greenpeace” kokteylini de ısrarla sorunuz. Mönüde yok ama yine de ısrarla isteyin.) Devam planımsa Cihangir taraflarında. Saat 2’de Minimüzikhol’e zıplanabilir. Ondan sonra da artık sevişir misiniz, tombala mı oynarsınız, uyur musunuz ben bilmem! Mutlu seneler dilerim efem!
Hiç anlamam...
* Yemek programlarında malzemeleri içselleştirmek niyedir? “SebzeleriMıZı doğruyoruz. SoğanıMIZI kavuruyoruz. TavaMIZI alıyoruz. AteşiMıZıN altını yakıyoruz. SuyuMUZU ısıtıyoruz.” Hepimizin tavası. Hepimizin suyu. Neden yahu, neden? Niçin alet-edevatı, malzemeyi içselleştiriyorsun arkadaşım. * Saçlarının belirli kısımlarını bilhassa özel günlerde, davetlerde “tost” yaptıran kadınlardan... Bu kadar ucuz duran, bu kadar çirkin bir görüntü olamaz! Tost yasaklansın. * Ayrıldıktan sonra “Fakat o beni kandırmıştı!” tadında açıklama yapan kadınlardan... Aslında açık konuşayım mı, yeni bir ilişkiye başlarken, hep “Eski kız arkadaş ile bir saatlik görüşmenin ne kadar faydasını görürüm kim bilir?” diye düşünürüm. Evet, birçok konuda işe yarardı ama yine de her ilişki kendine özel. Bir öncekine ya da bir sonrakine benzemiyor. Bunu düşünmeli...