şimdi dört gündür gündemimiz Domuz Gribi ya, havaalanındaki panik kontrolden çıkmış durumda.
Bu hafta sonu Berlin’deydim. Cumartesi sabahı gittim, pazar döndüm. Gidişim esnasında uçağın kalkış saatini beklerken olağandışı bir durum yoktu. Bir-iki maskeli turist haricinde karantina bölgesindeymiş gibi gezen yolcuya da rastlamadım. Bakınız dönüşte manzara nasıldı: Bir kere, şimdi herkes Darth Vader gibi geziyor. Uçağı karşılayan, Dış Hatlar’da çalışan görevlilerin büyük çoğunluğu maskeli. Endişeli gözlerle ıstanbul’a ayak basan yolculara bakıyorlar, telaşlı telaşlı koşturuyorlar... Anlamsız bir kaos var her yerde. Böyle panik havası yaratınca, virüs kendi kendini imha mı ediyor? Domuz Gribi meselesi gündeme geldiğinden beri uçakta size verilen, sağlık durumunuzu beyan edeceğiniz formları doldurup uçuş görevlisine vermeniz gerekiyor. Gayet basit bir iş bu fakat uygulamada çok büyük sıkıntı var. Bunu pazar günü dönüşte Türk Hava Yolları’nın uçağında çektiğimiz eza sayesinde öğrendik. Uçak kalktıktan sonra uçuş görevlileri formları dağıttı, doldurduk ve önümüze koyduk. Yolculuk boyunca formlarımızı ne soran oldu ne de gelip alan... Peki uçak inince ne oldu dersiniz? Tam yarım saat hapis kaldık! Çünkü uçuş görevlileri kimi yolculara form dağıtmayı atlamış, kimilerininkini de toplamayı unutmuştu ve eksik vardı! Ellerindeki form sayısı uçakta bulunan toplam yolcu sayısından az çıkınca esaret başladı. Bu arada, motorlar durdurulmuş, klimalar kapanmış, herkes ayağa kalkmış inmeyi bekliyor. Hostesler koridorda bir aşağı bir yukarı koşuşturuyor, bas bas bağırıyor “Eksik form var, eğer vermezseniz uçaktan inemeyeceksiniz” diye. Sonra kimi formlarda da isim yazmadığını fark ettiler... Bu arada havalandırmasız yarım saat geçmiş ve uçağın içinde nefes almak imkansız. Dışarıda hava 30 derece, uçak ısındıkça ısınıyor, içeride insanlar nefes alamıyor, bebekler ağlıyor, insanlar sıkıntı içinde... Ortamdaki karbondioksit miktarı biraz daha artsaydı mutasyon filan geçirecektik, o derece... Çıldırma sınırına geldiğimizde nihayet pilot akıl edip uçağın motorunu çalıştırdı ve klimaları açtı. Tam yarım saat sonra...
Ya atmasyon isim varsa
Vallahi uçakta Domuz Gribi virüsü yoktu ama olsaydı yayılması için uygun laboratuvar koşullarını da yarattılar sağ olsunlar. Peki bu işin adabı bu mu? Domuz Gribi diye bir uçak dolusu insana bu eziyeti çektirmeye kimin hakkı var? O kadar basitti ki bunu çözmek... Uçağın kapısından çıkarken yolculardan formları teker teker teslim alsalar iş tamamdı. Bir de görevli, formlardaki bilgilerle pasaporttaki bilginin aynı olduğunu kontrol etse ve yazılan bilgilerin doğruluğunu da sağlama alsa bu eziyeti çekmeyecektik. Hem yazılan isimlerin doğru olduğu ne malum? Mesela ben belki bir kendini bilmezim ve o formdaki isim-soyadı boşluğuna ıbrahim Tatlıses, ikamet yerime de Madagaskar yazdım? Kimse kontrol etmedi ki... Form doldurmanın bir halta yaradığı yok yani... Bunun yanı sıra bize “yıldız” yerine bir uçak dolusu kaçak mülteci muamelesi yapanlara da öpücüklerimi gönderirim...
Gece hayatının Almancası
Berlin’de ne yapmalı biliyor musunuz? şimdi tam da mevsimi, bisiklet turuna çıkmalı. şehri öyle gezmeli. Berlin Duvarı’nın yıkıntılarını görmeli, doğma Büyüme Berlin’lilerle konuşmalı, duvar yıkıldığından beri şehrin geçirdiği değişimi onların ağzından dinlemeli... Sonra, Radisson Blu’nun içinde bulunan dünyanın en büyük silindirik akvaryumu Aqua Dom’u görmeli. Peki ben ne yaptım? Göz zevkimi okşadım bütün hafta sonu... Güzel yapılara, yollara, insanlara baktım, Spree Nehri’nde tekne turuna çıktım, gece hayatını kokladım... Cumartesi gecesi Berlin’in Nişantaşı’sı diye tarif edilen Friedrich Strasse’deydim. Oradan şehrin meşhur gece kulübü Felix’e zıpladım. Bakalım bizdeki “Dikilmeli-etraf süzmeli” gece hayatının Almancası nasıl oluyor göreyim dedim. Fena değilmiş, en azından konserve konsepti yok, aç gözlerle bakan adamlar yok, güzel kalabalık, güzel müzik var... Ve en önemlisi de, sigara içilmiyor... Velhasıl kelam, Berlin güzel şehir. Peki sadece bir gün için neden Almanya’daydım? Onu da yarın anlatayım...