Paylaş
Diğeri gerçek bir kişiyi, doğru gözlemler yaparak, tanımaya çalışarak okura aktarma gayretindedir.
Kendi kendimize izole bir adada yaşasak belki hayat o kadar da zor olmayacak fakat...
Tüm hayatımızı ilişkiler üzerine kurduğumuz bir dünyada, bugün geldiğimiz durum “romancılık” konusunda ne kadar ustalaştığımızı gösteriyor.
Yaptığı sınırlı gözlemlerle, etiketçiliğiyle, önyargılarıyla, peşin hükümlülüğüyle gerçek insanları hayali karakterlere dönüştürenler...
Kafasında şekillendirdiği o kişiden nefret edenler, akıl almayacak sıfatlar takanlar, çirkin yakıştırmalar yapanlar... Veya tam aksini düşünün...
Karşısındaki kişi işine yaradığı için, hayatı kolaylaşacağı için veya güç oyununda işe yaradığı için “sevenler...”
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, “romancılık” konusundaki becerimizin izleri, kendi ilişkilerimizde de gösterir kendini.
Vaktiyle çok iyi hisler beslediğiniz, ancak sizi hayal kırıklığına uğratmışları düşünün...
Çok sevdiklerinizi, yanınızda kalanları değil. Uzak tuttuklarınızı, küs kaldıklarınızı...
Bir defa hayal kırıklığına uğradıysanız, geçmişte illa yaşayacağınız durumu gösterecek belirtilerle karşılaşmışsınızdır...
Bunu ancak arkadaşlığınız bittiğinde, geriye dönerek muhasebe yaptığınızda
anlarsınız.
Görmezden gelmişsinizdir belirtileri. “Ben yanlış anlamışımdır” demişsinizdir, konduramamışsınızdır, iyiye yormuşsunuzdur...
Karşınızdaki kişiyi bir roman karakterine dönüştürüp kendi kafanızda şekillendirmişsinizdir aslında.
Yanlış sebeplerle, yanlış şekillendirmişsinizdir.
Geriye döndüğünüzde, yaptığınız gözlemlerin çarpıklığını fark edersiniz. Belirtilere uyanamadığınız için kendinizi suçlar, bir daha aynısını yaşamamak için iç dünyanıza daha sağlam duvarlar örmeye kalkarsınız.
Halbuki sağlam duvarlar örmek yerine bir romancı gibi davranmaktan vazgeçerek “portreci” gibi davranmaya başlamak gerekir.
İster iyi zamanlar olsun, ister bugünkü gibi zor ve kafa karıştıran dönemler...
Konu “insan ilişkileri” olduğu zaman özel hayat, iş hayatı, hatta şirketlerin hayatı, devletlerin hayatı, toplumların hayatı...
Hiç fark etmiyor, matematik aynı.
“Romancılığı” bırakmak şart!
Koşullar bize ne sağlarsa sağlasın İnsan ilişkilerini sağduyulu biçimde kurabilmek zor.
İyi zamanlarda bile insanlarla ilişki kurmak mesai isterken, zor zamanlarda doğru gözlemlerle, doğru tahlillerle insan tanımak güç iş.
İster özel hayatta, ister iş hayatında olsun, yaptığımız en büyük hatalardan biri, gerçekte, karşısında duran adamı/kadını bir hayali karaktere dönüştürerek ona şekil veren bir romancı gibi davranmak.
İmkanlar dahilinde karşımızdaki kişiyle ilgili çerçevesi dar gözlemler yaparak aklımızda bir karakter uydurmak ve bu karakterin gerçekliğine inanmak...
İnandığımız kişiye alan açmak.
Hayatımızın içine dahil etmek, konu iş ise kontrol mekanizmalarını teslim etmek...
Gerçeğe değil, aklımızdaki roman karakterine güvenmek...
İnsan ilişkileri kurarken kişilere “roman karakteri” muamelesi yapınca, ileride çökmeye mahkum bir sistem kuruyoruz demektir.
Kendi aklımızda kurduğumuz, ince ince, kendi sınırlı gözlemlerimizle ördüğümüz o karakteri gerçek sanmaya başlıyoruz.
Sonra biz de giriyoruz o romanın içine, gerçek hayat bir yanda, paralel kurgudaki roman bir yanda sürüyor, üstelik bunun farkında bile olmuyoruz.
Halbuki iyi bir yaşam için, insan ilişkileri kurarken, kişileri önemli görevlere getirirken...
Anlık çıkarlar veya önyargı, peşin hükümlülük gibi kavramlar devreye girmemeli, gerçek bir “portreci” gibi davranmalı.
Temelleri sağlam sevgi ilişkileri, iş ilişkileri ancak böyle kuruluyor.
Hatta temeli sağlam devletler de bunu yapıyor.
Biz söyleyelim de...
Belki bir duyan olur!
Paylaş