Paylaş
Ryan’dı, Marissa’ydı, Seth’ti, Summer’dı, hepsini bir bir kafamıza kazıdık.
Hatta ilerleyen yıllarda bu karakterleri canlandıran oyuncuların kariyer takibini yapacak kadar dizinin bağımlısı olduk.
(Burada “Kendinden 1. çoğul şahıs olarak bahseden yarı-ünlü” olarak konuşmuyorum, az çok benim yaşlarımda olan birçok okur bu hissiyatımı paylaşacaktır.)
Küçükken yolu aynı kitaplardan geçmiş insanların “kardeş”liğine benzer bir vaziyet bile söz konusu.
“Nee sen de mi OC’ciydin?” ile başlayan nice sohbetler gördü bu kahverengi gözler sevgili Ryan’cı Habitus okuru.
(Küçük br not: Medcezir, AŞIRI yavaş ilerlemesi dışında pek güzel oldu bu arada. N’apacaak, tek bölümü iki saate yayacaak, mecbuuur.)
Ortaokul zamanlarındaki Evimiz Hollywood’da bizim için neyse sonrasında The OC de öyle bir şeydi işte.
“Aman ya, Allah’ın Amarigan dizisine ne methiyeler düzdün be Melike hoff” diyeceksiniz belki ama -hadi OC yine yeni sayılır-bilhassa 80 ve 90’larda izlediğimiz dizilere kitap bile yazarım, o kadar söyleyeyim.
Tamam, Perihan Abla’yı, Bizimkiler’i, Çalıkuşu’nu filan da ağzımız beş karış açık izliyorduk ama “elin dizisi” başkaydı işte.
O zaman internet yok çocum, ne görüyorsak televizyondan, filmlerden, dizilerden...
Başka dünyaları, hayatları, insanları ancak orada keşfedebiliyorduk.
Güzelim eski diziler...
Girdap’ı hatırlar mısınız mesela? Orijinal adı Maelstrom idi, TRT’te oynardı, yıl 86 olacak.
Porselen bebekler, nehrin kıyısındaki ev diyeyim, hatırlayan mutlaka olur. (Hatırlamazsanız Youtube’da dizinin jeneriği var.) TRT 2’de The Saint vardı, hani Roger Moore’un başrolde olduğu.
Güzel ve Çirkin’den bahsetmemek olmaz, dünya dururdu o diziyi izlerken.
TRT saatini değiştirip geçe almıştı da kendimi nasıl yerden yere vurup kahrolmuştum.
O zamanlar ilkokuldayım, gece 1’de başlayan bir diziyi izlememe imkan yok tabii.
Üşenmeyip gözyaşlarıyla “BİR İLKOKUL ÇOCUĞUNA BUNU YAPAMAZSINIZ” diye mektup yazdım, yolladım.
İki parmağını birleştirip zamanı durduran bir kız vardı, hafta sonları yayınlanırdı. (Bu Dünyanın Dışından)
Sonra, “Zamanın Ötesinden”, hani taç gibi bir şey takıp tacından ışınlar çıkaran kız...
Cumartesi evciliklerinin ana teması bu iki dizi idi. (N’aber Zeynep??)
Macera temalı evciliklerin teması ise ya Indiana Jones’tu (gerçi o filmdi) ya da Dempsey ve Makepeace.
(Zorlu İkili) Halıyı nehir, üzerindeki şekilleri kaya belleyip az mı vahşi ormanlar aştık evde...
Neler vardı başka? Tarih sırasıyla yazmıyorum ama mesela Manuela vardı.
Manuela da Barbie oyunlarının teması oldu epey bir süre.
Cesur ve Güzel, Santa Barbara, Hayat Ağacı...
Bunları sayarak bir pembe dizi dünyasına dalarız, dalmadan geçiyorum ama yalan değil, bunları da iştahla izledik.
Biz şanslı çocuklardık...
Devam edelim... Bir Evimiz Hollywood’da değil ama Sweet Valley High vardı, orta-lise zamanlarının hastalığı Melrose Place vardı...
Okuldan gelir, derhal o televizyon açar, resmen boyut değiştirirdik.
Hoş, sonra bu Holivud denen illet gözümüzü epey boyamış anladık ama yine de konuyu toparlayacak olursam, tüm bu dizilerle büyümüş insanlarda aynı kitapları okuyarak büyümüş insanlar gibi bir “kardeşlik” oluşuyor.
Derya Baykal ile Cingöz ve Cimcime’yi, Clementine’i, Yakari’yi izlemiş çocukların “kardeş” olması gibi...
Şimdikiler ne kardeşliği oluşturacaklar, merak ediyorum. Bu tüketim hızında dizi kardeşliği aynı tadı vermez.
Verir mi? (Lost kardeşliği var mı mesela?)
Peki ya çocuklar? Onlar ne kardeşliği oluşturacaklar? Tablet kardeşliği? O özensiz bilgisayar çizimleriyle yapılan çizgi filmlerin kardeşliği mi?
(Animasyonda Oscar kalitesi beklemiyoruz ama yerli mamul çizgi filmlerin çoğu ÇOK çirkin.)
Kanalların, internetin, bilgisayarların, tabletlerin sunduğu seçenek denizi içinde çocuklar hangi birini hatırlayıp “kardeşlik” kuracak?
Evde maceracılık da oynamıyorlar pek, oynayan vardır ama tek ve en eğlenceli seçenekleri bu değil...
Herkese kendi çocukluğu mu tatlı geliyor bilmiyorum ama şuna eminim: Biz şanslı çocuklardık.
Paylaş