Paylaş
Neden nefes almadan izliyor, bittiklerinde ise yeri dolmayacak birini kaybetmiş gibi hissediyoruz?
Cevabı basit:
Bizi gerçeklikten kaçırdıkları için.
Kendi hayatımızı bir kenara bırakıp bir başkasının hayatında, kurgu da olsa bir başka dünyada, hatta bir başka zamanda yaşamaya olanak tanıdıkları için.
Bir nevi “algı değiştirici” aslında. Kısa bir süre için bile olsa hayatı farklı algılamaya yol açıyor. Bilhassa ecnebi dostlarımızın “binge watching” dediği, bir dizinin bölüm ve sezonlarını art arda izleyince oluyor bu. Nefes almadan izledikten sonra oluşan ruh haline bir isim bile bulmak şart artık.
Mesela “Downton Abbey”i dört sezon üst üste nefes almadan izleyince böyle kibarlıktan kırım kırım kırılıp bilhassa erkeklerden adab-ı muaşeret kurallarına uygun davranmalarını filan beklemeye başlıyorsunuz.
Hoş, dünyanın en hırt devrinde, en hırt adamların olduğu ülkelerden birinde yaşadığımız için öyle sokakta, ne bileyim metroda filan fazla hayal dünyasına gömülmemek lazım.
İnsan üzülüyor tabii efendim, bırakın 1910’ları, 60’larda bile bir kadın masadan kalkarken erkekler de kalkarmış mesela. Şimdi bir davette masadan kalkarken ancak dişini kürdanla karıştırıp boğazını kusacakmış gibi temizleyen bir adamla karşılaşırsınız.
Neyse efendim, ne yapalım, biz de sokakta değil ama evimizde nostaljik hislere gömülüyoruz. Çay takımı alıyoruz, ne bileyim, sütlü çayımızı yudumluyoruz. Zaten hayat korkunç göründüğü zaman yapılabilecek en güzel şey nostaljiye gömülmek değil mi?
Dönem dizileri biraz da şuna yarıyor aslında: Daha önce ilginizi çekmeyen bir dönemle ilgili büyük bir merak uyandırıyor. Diziyle işiniz bittiğinde kendinizi o dönemle ilgili ne var ne yoksa okur, izler halde buluyorsunuz. Sizi kendi halinize bıraksalar hiç merak etmeyeceğiniz bir zaman dilimiyle ilgili ne var ne yoksa bilir hale geliyorsunuz.
“Downton Abbey”le birlikte 20’nci yüzyılın başlarına; “Mad Men” izleyerek reklamcılık tarihine ve 60’lara merak salmayan, araştırıp okumayan var mıdır?
Dizi izlemek boş zaman israfı değil işte bu yüzden.
Sadece dönem dizilerine mahsus bir konu değil tabii bu.
İnsanlar neden zombi dizilerine bayılıyor dersiniz?
Neden dünyanın sonunun gelmesine bu kadar meraklıyız?
Aslında merak ettiğimiz dünyanın sonu değil. Dünyanın sonu koşullarında insan dediğimiz varlığın neye dönüşeceği, nasıl davranacağı, sınırlarını nereye kadar zorlayacağı... Bu yüzden aksiyon ve drama dozu iyi tutturulmuş diziler, mesela dün yeni sezona dair notlar okuduğunuz “The Walking Dead” gibi diziler çok izleniyor.
Dizilerle başka bir zamana, başka bir dünyaya, başka ülkelere ve başka hayatlara ışınlanıyorsunuz. Fakat sözlerim, elbette kurgusu, hikâyesi ve oyunculukları baş döndüren diziler için geçerli.
Bizim dizilerde biraz daha az oluyor bu “başka dünyaya yolculuk” hissi. Her sezon bir-iki tane güzel dizi çıkıyor, onları tenzih etmek şart; bununla birlikte genellikle bizde durum şu: Ekranda bir kafa ve yüzde “Ne? Nasıl ya?” ifadesiyle bakan kızgın veya endişeli bir oyuncu. O ifade hiç değişmiyor, yıllar akıp gidiyor, konular değişiyor, diziler değişiyor ama bizim dizilerin bölümün başından sonuna kadar “Ne? Nasıl ya?” ifadesiyle “oynayan” kızgın ve endişeli karakterleri hiç değişmiyor.
Bir değişmez daha var bizim dizilerde: “Aşırı yakın plan kelle”. Evin salonunda “Ne? Nasıl ya?” ifadesiyle bakan kocaman bir kafa görmekten usanıyor insan bir süre sonra...
Sadece bu bile, birçok izleyicinin bizim dizilere az şans verme sebebi olabilir.
Paylaş