Aslında televizyon programlarından bahsedecektim ama...
Şöyle bir düşününce “kalite mühim değil, dikkat çek yeter” hadisesinin çağımızın vebası olduğunu gördüm, koşarak kaçasım geldi sevgili hayat yorgunu Habitus okuru. Dikkat çekebiliyor musun, konuşturabiliyor musun? Bunları yapamıyorsan istediğin kadar “içi dolu” iş yap, görünmez olursun. Hemen, yakın bir örnek: Evvelki gün “Behzat Ç.”den konuşmuştuk mesela. Uzun zamandan beri bu kadar gerçek diyaloglara sahip, bu kadar üzerinde uğraşılmış, kafa patlatılmış bir yapımla karşılaşmadı ekranlar. Fakat bu özellikler “iyi olan kalıcıdır” cümlesini ispatlamaya yetmez, yetmedi. Birkaç ay öncesine gidelim. Dizinin günü değiştirilmeye kalkılmış, böylece her eli yüzü düzgün yapım gibi “mazideki diziler arasındaki yerini alma süreci” başlamıştı. Fakat organize olan “Behzat Ç.” fanları dizinin aynı günde kalmasını sağladı. Düzgün işlerin akıbeti belli olmazken “dikkat çek de ne olursa olsun” çağında uyduruk programların sapasağlam yerinde durduğunu, büyüdüğünü, hatta dallanıp budaklandığını, versiyonlarının çıktığını görüyoruz. Televizyonlardaki tüm programlara teker teker bakabilirsiniz. Hepsinin anlık dikkati çekmeye yönelik programlar olduğunu göreceksiniz. Tabii hepsi çok kötü değil. “Kötünün iyisi” ve “kötünün kötüsü” olarak ikiye ayrılıyorlar. Bir ortak özellikleri var: Her kitleden insanı kendine çekerek hipnotize edebiliyorlar. En “Ay ben hayatta izlemem o programı, iğrenç” diyen adam bile bir biçimde bakıyor, konuya az çok hakim oluyor. Hiç olmadı “Bu ne acayipliktir böyle” diye izliyorsun.
Giden zaman geri gelmiyor
En kötüsü örneği değil ama Survivor’u düşünelim. Niye izliyoruz? “Kim kimle kavga edecek, açlıkla terbiye edilen yarışmacıların bozulan psikolojileri hangi olaylara sebep olacak” merakından. Survivor dünyanın en heyecan verici, izleyiciye önemli katkı sağlayan yarışması mı? Hayır, bilakis vakit öldürmeye yarıyor, anlık heyecan yaratıyor, eğlendiriyor ya da “insanın düşebileceği haller” sorusunu merak edenleri doyuruyor. Öldürdüğünüz vakti de geri kazanmanın bir yolu maalesef yok. Yani her türlü zarardasın. Üstelik sana faydası olsa “ah” demeyeceğim. Birkaç ay sonra şimdi şu olanların hangisini hatırlayacaksın, sorarım sana sevgili işe gitmek haricinde sadece zaman öldürmeyi bilen Habitus okuru. En son ne zaman kendin için faydalı bir şey yaptın. Sen hâlâ otur Survivor izle. Hayır şimdi Survivor’u da çamurluyor değilim ama bir eğlenirsin, iki eğlenirsin, tamam. Bir reality show’u hayatın kendisi olarak algılamak işleri biraz acayipleştiriyor gibi geldi bana ne dersin. Biliyor musunuz, bu “anlık heyecan halleri” bana 200 yıl önceki halimizden daha geri bir noktada yaşadığımızı söylüyor bu. Keşfedilmiş olanlar, bugünle karşılaştırılamayacak kadar az olsa da dünyaya dair merak duygusu henüz ölmemiş olduğu için eminim atalarımız bizden daha çok şey biliyordu. Düşünsenize, televizyonumuz var ama bir diziye/yarışmaya saplanıp kalıyoruz, internetimiz var, 5 tane site arasında gidip geliyoruz, tüm imkanlarımızı alıp kendimize 200 yıl öncekinden daha geride kalmış bir durum yaratıyoruz. Twitter bu “anlık heyecan” kültürünün bir simgesi tabii. Orada kaybettiğimiz zamanı bize kim verecek, onu da bilemiyorum. Ha, şimdi diyeceksiniz ki, “Ne sıkıcısın, hiç mi eğlenmeyelim yahu?” Eğlenmesine eğlenelim lakin, vakit öldürmeye, medyanın “anlık heyecan” furyasına bu kadar mesai ayırmasak diyorum, sevgili suya yazı yazan Habitus okuru. Kısa vadede hızlıca cep dolduracak, hakkında konuşturacak, içinden “tınnnn” sesi gelse de matah bir şeymiş gibi pazarlanacak ürünler, işler, kişiler, kavramlar girdi hayatımıza. Aynen bilgi kirliliği içinde yüzmek gibi, arasından en doğruyu, en iyiyi ve faydası dokunanı, bulup seçmek gerek.