Bir haftadır hem rastladıklarım hem mail yoluyla ulaşanlar diyor ki: Melike, biz de yürümek istiyoruz, ne güzel yapıyor Bade İşçil.
Ben de diyorum ki, “Yürüyelim arkadaşlar.” Zaten Bade kardeşim beni fena halde gaza getirmiş durumda, ben de eski yürüyüşlerime geri dönüyorum hayırlısıyla. Geçen sene kış bitmeye doğru, aynen onun gibi hırs yapmış, kendimi yollara atmıştım. Evden Kadıköy’e, oradan Moda’ya doğru ilerliyor, Moda-Kalamış arası yolu Fenerbahçe Stadı’nın oralardan ve sahil tarafından dolanarak alıyor, Fenerbahçe Orduevi’nin oradan sahil yürüyüş yoluna çıkıyordum. Sahil yolundan isterseniz ta Kartal’a kadar yürüyebilirsiniz, yol uzun. Tabii ben Bostancı’da tıkanıyordum. Eh, nereden baksanız Kadıköy-Bostancı arası yürüyüş iki saati aşıyor. Bir de bunun geri dönüşü var... Benim Kadıköy-Bostancı seferlerim ya da Bade’nin cumartesi günü okuduğunuz şehir turlamaları “delilik” gibi görünebilir fakat bir de şöyle düşünün: Spor salonunda bir buçuk saat yürür müsünüz? Yürürsünüz. İşte aynı performansın eşdeğeri ile Nişantaşı’ndan Bebek’e varabilirsiniz. “Ay hayatta yürünmez” dediğimiz mesafe sadece bir saatçik... Bade yaz demeden, kış demeden, kar, yağmur, çamur dinlemeden yürüyormuş bu arada. “Yaz sporu olarak düşünmemek lazım yürüyüşü” diyor. Kaptırınca soğuk vız geliyor, tempolu yürüyüş söz konusu olunca her türlü hava koşulunda terliyorsunuz, yaz-kış fark etmiyor. Spor salonuna gitmek şart değil yani... Ayrıca, aynen o gün yazdığım gibi, yürüyüş hızında dünya insanın gözüne bir başka görünüyor. Daha önce dikkatinizi çekmeyen bir yığın ayrıntıyla karşılaşıyorsunuz. Üstelik parkur olarak şehir içi yolları seçmişseniz, bir sürü mekan keşfediyorsunuz. Kafeler, restoranlar, küçük dükkanlar... Bade, bu yollar sayesinde “ucuz giyim” meselesini keşfetmiş mesela. Yollarda önüne çıkan “ihraç fazlası” dükkanlardan bahsediyor... Ha, bir de işin “serotonin salgılama” kısmı var tabii. Tamam, o gün “Çok yoruldum, öldüm, bittim, patates çuvalına döndüm” dedim ama biraz dinlendikten sonra nasıl bir enerji bombasına döndüğümü görmeliydiniz. Bu aralar hepimizin ruh hali düşmeye pek meyilli, malum, kasım “kış depresyonu” vaktidir ya. Üstelik tatil de bitti, iş vakti geldi... Yataktan çıkmamak için sebep çok yani. Bakın söylüyorum, her gün yarım saat yürüseniz ne kış kalır ne depresyon; işe de uçar adım gidersiniz. Bilemiyorum, sizi yeterince gaza getirebildim mi!
Nerede yürüyelim?
Bir “Anadolu yakası insanı” olduğum için önerilerim Anadolu Yakası’nda yaşayan İstanbullulara yönelik olacak. Zaten İstanbul’da yürümek isteyene hayat bu yakada daha güzel.
Adile Sultan Korusu: Acıbadem-Koşuyolu-Altunizade üçgeninin tam ortasında, şimdi restorasyonu yeni biten Adile Sultan Sarayı ve Öğretmenevi’nin arka tarafına doğru yürüdüğünüzde şaşırtıcı büyüklükte bir koru ile karşılaşacaksınız. Şehrin ortasında orman varmış, haberimiz yok diyeceksiniz. Biraz bakımsız ve geceleri korkutucu oluyor ama gündüz yürüyüşleri için süper mekan.
Kadıköy-Kartal sahil yolu: Tempolu yürüyüş ve koşu için ideal çünkü bisikletlilere, yürüyenlere ve koşanlara ayrı ayrı yollar bulunuyor.
Üsküdar-Anadolukavağı hattı: Tabii boğazı baştan sona yürüyün, çıldırın demiyorum, yürüyebildiğiniz kadar. Ayrıca keşif yapmaya uygun bir güzergah. Beylerbeyi Sarayı’nı gezmek, Kanlıca’da yoğurt yemek gibi hoşluklar da cabası.
Küçük Çamlıca Korusu: Ortaokul pikniklerinin yegane yeri, eski güzel dost. Nefis yürünür. Büyük Çamlıca Korusu da candır.
Kuzguncuk Fethi Paşa Korusu: Tepeden deniz de görüyor, daha ne olsun.