Efendim, siz sevgili Habitus okurlarına son olarak Brüksel’den Almanya notlarını aktarmıştım.
Görüşmeyeli, bir haftadır Brüksel sokaklarını arşınlıyorum. İstanbul’a dün geldim, fakat henüz kendime gelemedim. Hayatın son derece yavaş aktığı bir şehirde bir hafta bir aya eşdeğerdi. ıstanbul temposuna dönmeden, bizim sulara girmeden Brüksel notlarını döküleyim hemen.
Tren, metro, otobüs, tramvay, tabanvay... Bir şehri tanımanın yolu araba tepesinde prenseslik yapmamaktır dedim, taktım sırt çantamı yollara vurdum kendimi.
Öncelikle şunu diyeyim, sokaklarda dolaşırken binaların güzelliği tokat gibi yüzünüze çarpıyor. şehir, birçoğu 1900’lerin başlarında yapılmış, efendim, artık siz deyin art deco, ben diyeyim art nouveau, siz deyin klasik, ben diyeyim barok, farklı dönemlerin farklı tarzlarını yansıtan apartmanlarla örülü.
Hemen klasik bir ülke dışına çıkmış yurdum insanı haletiruhiyesiyle “Ah bizim apartmanlar, vah bizim apartmanlar” cümleleri çıkıveriyor ağızdan. 50’lerden sonra yapılmış binalar daha az süslemeci olsalar da diğerlerinin yanında sönük kalmıyor. Sanat güneşi gibi şehir valla. Kıskandım.
Şehrin meydanı Grand Place “Ölmeden önce görülmesi gereken yerler” türü geyik listelerinde ilk 10’a girer... Direkt Ortaçağ’a ışınlanıyorsunuz. Havayı iyice koklamak için etraftaki kafelere kurulup öz-Brüksel biralarından tatmak şart. Kahve-çay niyetine bira içiyorlar ayol. Brüksel’e gitmek kelle olmakla eşdeğermiş. Yüzlerce çeşidi, meyveli biradan çikolatalısına her türlüsü var.
İlginç olan taraf ise burada içki içme yaşının 16 olması. (Yahu biz 16 iken öğle partilerinde kola-limonata içer, kaş-göz yapmak suretiyle fingirdeşirdik, burada her biri ayrı moda dergisinden fırlamış gençlik, geceleri barlardan yalpalayarak evlerine dönmekle meşgul. Artık o evlerde neler oluyor bilmem.)
Genel kültürümüze katkıda bulunmak görevimizdir efendim, buyurunuz: Patates kızartması bu şehirde keşfedilmiş. Amerikalıların “French fries” diye dünyaya duyurdukları, “Fransız işi” değil, aslında Fransızca konuşan Belçikalılara ithafen “French speaking fries” anlamında imiş meğer. Sonracığıma Marx, Engels’le birlikte Komünist Manifesto’yu burada yazmış. Onu da anlamak lazım, böyle bir şehirde Karl S. Beder olup da yemek kitabı yazacak değildi tabii.
Sonra, Napolyon kardeşim Victor Hugo’yu buraya sürgün etmiş.
Ve son olarak, şehri merak edenlere Manneken Pis, Atomium, Victor Horta, Cinquantenaire, NATO, AB, waffle, Godiva, Magritte anahtar kelimeleriyle Melikipedia hizmetimi de verdikten sonra diğer gözlemlerime geçeyim.
Bir ülkede herkes mi sigara içer kardeşim. ıçmeyene bile içirirler burada, o derece. Cesetli, kararmış akciğerli, ağzında diş kalmamış amcalı sigara paketlerinin buralara hiçbir etkisi olmamış. Bu şehre bir Ubeyd Korbey ve Duman Avcıları Takımı lazım.
Üstelik insan yasak olmayınca kendini frenlemiyor. En son bir markette kendimi “Meğlböğö leöyt sivüple, meğsi” deyip 4,5 Avro verirken yakaladım, ayıpladım. Dolayısıyla katı sigara yasaklarını heyecanla bekliyorum.
Bizde maganda var da burada yok mu? Sanmayın ki “Doğan görünümlü şahin” kalıbıyla özetlediğimiz bir ambiyansta, müziğin sesini sonuna kadar açıp kolları dışarıda gezenler sadece bizde. Fakat ilginç bir durum, burada istisnasız hepsinde Golf var. (Tabii insan ister istemez “Golf görünümlü Polo mu yani?” deyiveriyor. Değil tabii.)
Gece hayatının pek civcivli olduğu söylenemez. Brüksel Midi tren istasyonunda yeni açılan aynı isimli gece kulübü bu aralar pek popüler.
Hafta içi bile kalabalık. Cumartesi-Pazar evinden çıkmayan, sokaklarında yaşayan bir canlı göremeyeceğiniz şehrin insanlarından beklenmeyen bir performans. Öte yandan AB kurumlarında çalışanlar mesai saatlerinin bitiminde bölgedeki barlara doluşuyorlar, kendilerini biraya ve muhabbete veriyorlar. Saat 6 ile 10 arası bu mekanlarda bizdeki Otto yoğunluğunu görmek mümkün.
Bakınız, her benzetmem “Bir başkadır benim memleketim” ekseninde seyrediyor. Bu bir hafta pek uzun geldi bana, çok özledim buraları. Az sonra Ayten Alpman dinleyecek, yüzüme hüzünlü bir gülümseme yerleşirken kendimi sağa ve sola doğru sallanırken bulacak, duygulu anlar yaşayacağım.