Paylaş
Allah’ım, hafta başında SBS sorularını gördüm, pazar günü de ÖSS var.
İçim sıkıldı, ruhum karardı, nefes alamıyorum! Sanki sınava girecekmişim gibi.
Giriyorum sınava aslında ara sıra, geceleri kabusumda.
Hâlâ geçmedi bendeki travma...
O SBS neydi öyle, soruların tümünü sular seller gibi çözenler, liseyi-üniversiteyi geçsin, direkt NASA’ya eleman olarak girsin bence.
Bir ot, bir akvaryum balığı, bir tahtakurusu gibi yaşadığım, dershane-okul-özel dersle geçen yıllarda, bizden sonrakiler çok şanslı olacak diye düşünürdüm. Sanki böyle harika bir sistem gelecek ve bu yılları “Ne çektiydik eskiden be” diye hatırlayacağım derdim.
Esas -nispeten- şanslı olan bizmişiz! En azından SBS filan yoktu (gerçi Anadolu lisesi ve kolej sınavları vardı ama bunun gibi insafsız değildi), ÖSS ve ÖYS ile manyağa bağlıyorduk sadece.
Hakikaten, hiç hatırlamak istemediğim kadar mutsuz bir öğrenciydim bu sınav illeti yüzünden. Ortaokulda matematik öğretmenim “Sen sosyal bölüm seç şaşkın kuş” dediği için inadımdan fen-matematik bölümü seçmiştim. Zaten azıcık sayısal derslere kafanız basıyorsa fen-matematik ya da Türkçe-matematik seçmeliydiniz. Kural buydu. Sosyal bölüm nedense “tembel işi” görülürdü.
Sonracığıma, lise bitince bir mühendislik bölümüne kapak attım.
Yıllar geçti ve ne oldu? Çok, çok mutsuz bir genç kıza dönüştüm. 21 yaşıma geldiğimde periyodik olarak derslerden “Ben bi tuvalete gidicem hocam” diye kaçar, bahçede sote bir yere gidip, “Ühhühü ne işim var benim burada, ne yapıyorum ben?” diye zırlardım.
Sonra bu hallerim dayanılmaz bir boyuta ulaştı, bıraktım okulu. Bir süre saçmaladım orada-burada. Aklım başıma geldiğinde geri döndüm okula ama baktım olmuyor. Benim kesinlikle başka bir bölüm okumam lazım. Yoksa mutsuzluktan öleceğim!
22 yaşında tekrar sınava girdim, bu defa istediğim yeri kazandım. Matematikle fizikle, artıyla eksiyle işi olmayan, pek sanatperver bir bölümdü bu. Mutluluktan aklımı kaçıracak gibi hissediyordum...
Düşünsenize, 22 yaşına kadar hayatım boşuna geçmiş!
Peki beni gerçekten yapmak istediğim bir işe yönlendirebilecek bir okula neden 22 yaşında giriyorum? 15 yaşımda da belliydi halbuki benim aşağı-yukarı ne yapabileceğim (ve yapamayacağım)...
İşte sevgili tahtakuruları, kendi geçmişim üzerinden eğitim sistemimizi anlattım size. Ben bir uçurumun kenarından döndüm. Dünyanın en mutsuz insanı da olabilirdim, eğer 22 yaşımdaki bu manevrayı yapmasaydım.
Peki bunu yapacak durumu olmayanlar? Yeteneklerini keşfetmeden bir ömür geçiren, sınav kazanma derdiyle dünyadan bihaber yetişen, hiç istemedikleri bir bölüme-üniversiteye girip mezun olan adamlar...
Onlar neye dönüşüyor biliyor musunuz? Biliyorsunuz. Her gün caddede karşılaştığınız, aynı ofisi paylaştığınız, sinemada yanınızda oturan milyonlarca bedbaht insana.
Belki de sensin o, sevgili okur.
Sen, asık suratla işe gidip geliyor, yuvarlanıp gidiyorsun şimdi.
Canın sıkılıyor ama neye sıkıldığını bulamıyorsun belki.
Belki de zamanında kafanda Türkiye koşullarında “meslek sayılmayan” bir şeyler belirmişti.
Fakat sana “Evladım sen sınavını kazan, onu hobi olarak yaparsın” demişlerdi.
Aslında adam olacak çocuk ifrazattan belli oluyor ama o yaşlarda odak bu ifrazat değil, tuhaf tuhaf sınavlar oluyor...
Pazar günü, sınav kağıdındaki yuvarlakları karalayacak kim bilir kaç kişi on yıl sonra hayatından nefret ediyor olacak...
Bu çok fena değil mi?
Papa don’t çıkı çıkı
Öff, ÖSS muhabbeti yaparken çok boğuldum. Cidden. Sağ olsun, Yeşil Yelizmen imdadıma koştu. Yeliz Yeşilmen ayol, biz kızlarla aramızda ona öyle diyoruz sadece. Süperkahraman ismi gibi, daha güzel oluyor öyle deyince. Yelizmen, canımın sıkıntısını yeni albümünün ismiyle geçiri-geçiriverdi: Fıstık çıkı çıkı!
Tam olarak ne demek istiyor, onu anlayamadım yalnız. Bir de kendine “Türkiye’nin Madonna’sı olacağım”dan daha yaratıcı söylemler bulması lazım. Öyle olacaksa da en azından şarkı isimleri biraz dokundurmalı, biraz esprili olsun, bizi şaşırtsın. Papa don’t çıkı çıkı mesela! Madonna olacaksa, başlangıç olarak naçizane önerim...
Paylaş