Paylaş
Düşünsene, kalabalık saatlerde ancak Meksika dalgası ile sokağın bir ucundan bir ucuna yürüyeceksin. Sanki nehir ama su yerine insan var; arkadakinin nefesi ensende, öndekinin sırtı ağzının içinde, buna da “akşam öncesi gezintisi” diyeceksin.
Sanki İstanbul’da köprü trafiğinde kalmanın biraz daha iyisi gibi. Duruyorsun, yürüyorsun, duruyorsun, etrafına bakıyorsun. Sadece manzara biraz daha değişik. Biraz da tenin koyu, sırtın hafif sızlıyor, tuz kokuyorsun işte...
Akşam öncesi gezintisinden sonra yemek saati. Bir restoranda rezervasyonun varsa oturacak, akşamın sonunda rayicinin 20 katı hesap ödeyerek mekandan ayrılacaksın. Pek matah olmayan mezelere (kimi yerlerde utanmadan konserve servis ediyorlar üstelik) ve birkaç saat daha çiğ halde beklese kokuşmuş olacak balığa “Eyvallah” diyecek, şimdi durduk yere keyfinin kaçmaması için “Oh ne de güzel bir akşamdı, manzarası yeter” deme ihtiyacı hissederek kalkacaksın masadan.
Zaten şurada bir haftalık iznin var, gerisi iş, iş, iş. Diyorsun ki “Bari geldim tatile, tadım kaçmasın”...
Kaçmasın tabii fakat “Para harcayayım da ensemin kalınlığı belli olsun”cularla “Tadım kaçmasın şimdi” güruhu bir paydada buluşuyor, Çeşme ve Bodrum’un artık iflah olmaz vaziyetinin mimarı oluyor.
Artık “Müşteri hiçbir zaman haklı değil”... Pardon, şöyle düzelteyim, “Ensesi kalın müşteri her zaman haklı”... Çünkü sen, “ensesi normal” insan, oraya gelmezsen, nasılsa bir başkası gelecek ve cüzdanını bir biçimde, gönüllü veya gönülsüz bırakacak.
Şu içine altın tozu serpiştirmiş olan (herhalde) lahmacun meselesi, üç kuruşluk sodanın bile 15 liraya satılması, “Yer istiyorsan şu kadar harcama sözü vereceksin”li beach’ler derken, bakın söylüyorum, seneye siz Çeşme’den ayrılırken kavanoza tuzlu şebeke suyu doldurup “Ege suyu” diye hatıra niyetine 150 liraya filan satacaklar ve alan olacak.
Hatta sen almak istemezsen “Bu ne be, abarttınız artık” diye tepki versen, diyecekler ki “Almazsan alma karrrrrdeşim, biz bunlardan çok satıyoruz”...
“Beach” müziği = İç organların yerinden oynaması
Acaba Çeşme ve Bodrum için, “Gözünü kırpmadan adam kazıklayan, haksız kazanç elde eden mekanlara karşı müşteri savunma platformu” gibi bir oluşum mu kursak? Kazıklanan kazıklandığıyla kalıyor, “O zaman gelmeseydin karşim” oluyor, bir başkası “Bunu bilerek geliyorsun, sonra şikayet ediyorsun” diyor.
Tamam kiralar fazla, tamam sezon kısa, fiyat indiren hayatta kalamaz, fakat bu iş kontrol edilemez bir halde her sene katlanarak korkunçlaşıyor.
Herkesin tatil anlayışı farklı tabii. Bir iskelede kendi kadar bir minderde yampiri oturup elinde içkisiyle sabahtan akşama kadar telefon karıştırmaya “tatil” diyen var.
Güneşin doğuşundan batışına kadar, kolonlarından insanın iç organlarını yerinden oynatacak kadar yüksek müzik yayını yapan mekanda 9 saat duran (sadece durmak), sonra bir “round” da bunun akşam versiyonunda durmaya devam eden ve buna “eğlence” diyen var.
Bu esnada sadece para harcanıyor. İçki iç, dur, sadece “Naaaber karşim, iyidir karşim, aynen abi, aaaynen” diyerek durmaya devam et, içki iç, yemek ye, para harca, dur, para harca, dur. Ve bu sadece durmaya, etrafına “karşim karşiiim” diye diye bakmaya yönelik eğlence salgın gibi, yeni bir tatil/dinlence mekanı duyulur duyulmaz hemen oraya sıçrayıveriyor ve oranın ne güzelliği varsa kurutuveriyor. (Ortama önce su-yemek değil, kolonlar ve iç organ oynatan yükseklikte dandik müzik geliyor tabii...)
İşte bu sebeple uzun süredir bir dolu insan kendine alternatif tatil imkanı yaratıyor ve bunu kimseye anlatmıyor. Gazeteci “Dur ben bunu yazayım, vay be, böyle bir yer mi var?” dediğinde “Yalvarırım yazma, Alaçatı da böyle başladı” diyor...
Paylaş