Paylaş
24’lük veya 36’lık fotoğraf filmini tab ettirmek üzere fotoğrafçıya bırakır, birkaç gün zor beklerdik yaz fotoğraflarına bakmak için... Koca bir yazdan elimizde kalan topu topu 36 tane fotoğraf... Kimisi bulanık, kimisi yarım, kimisinin sağından koca bir parmak girmiş kadraja... 25-30 fotoğraf çıkarırsak bir filmden, iyiydi. Birinde Polaroid makine görünce heyecandan vefat ediyordum, fotoğrafın “hemen” çıkıyor olması inanılmaz geliyordu.
Teknoloji böyleyken, hayatımızın belirli dönemlerine dair pek az fotoğraf biriktirebildik. Belirli senelerden neredeyse hiç fotoğraf yok... Bende 1991 hiç yaşanmamış gibi mesela, 96 deseniz belki beş tane, hele 90’ların sonu 2000’lerin başından toplasak 30 fotoğrafım yoktur.
2000’ler öncesini düşününce farklı bir galakside yaşamışız gibi geliyor. Bugün ise manzara hayli farklı... Çektiğimiz onlarca fotoğrafı, selfie’yi sığdıracak yer bulamıyoruz, elimizde binlerce fotoğraflık arşiv oluşuveriyor, çoğuna sonra dönüp bakmıyoruz bile.
Yine ne varsa eski fotoğraf albümlerinde... Elinize alıp sayfa sayfa çevirdiğiniz çocukluk albümüne bakmanın keyfi başka nerede var? Dijital fotoğrafları kaybetmek, onları sakladığınız yerde oluşabilecek teknik bir aksiliğe bağlıyken, belki de fotoğrafa eskisi gibi önem atfetmiyoruz, atfedemiyoruz... Zaman gibi gelip geçici hepsi, popüler uygulamalardaki gibi bir süre belirip sonra kaybolacaklar ve arkalarından üzülmeyeceğiz bile.
Zaman uçucu, zaman gelip geçici, zaman her şeyi kendine benzetiyor fakat insan köklenmek istemiyor mu zaman zaman? Anılar sağlamıyor mı o kök salma duygusunu, o istikrar hissini, o bağ kurma halini? Artık çok fotoğrafımız var ama aslında hiç fotoğrafımız yok... Anılarla derinden bağı olmadıkça, ne anlamı var ki fotoğrafın? Çektiğimi unuttuğum ve bir yerlerde sakladığım, dijital hafıza bozulduğunda yok olmuş bir fotoğrafın bir değeri olmuş muydu hiç mesela? Harcadığım zamana değmiş miydi? Bilmiyorum.
Hayat bazen The Secret Life of Walter Mitty’deki o meşhur sahne gibi. Nadir görülen bir kaplanın fotoğrafını çekmek için yaşam alanında aylarca onu bekleyen fotoğrafçı, uzun ve meşakkatli bir sürecin sonunda hayvanla karşılaştığında, onun fotoğrafını çekmez. Onun yerine bakar uzun uzun, hafızasının derinlerine kazıyana kadar, o anın zevkini alabildiğine çıkarana kadar bakar...
Bazen ben de aynı onun gibi güzel bir gün, güzel bir saat, nefis bir manzara, çok mutlu olduğum bir anda aynısını yaptığımı fark ediyorum. O anı zihnimde biriktirmek, hafızamın derinliğine kazımak, kazırken bundan aşırı zevk almak istiyorum...
2000’ler öncesi kıymetliydi fotoğraf. Şimdi fotoğraf çekmek kolay ve anlık bir iş... Haliyle zamanın uçuculuğuna uyum sağlamak için kullanıyoruz galiba. Yeniden bağ kurma ihtiyacı hissediyorum fotoğraflarla...
Anneler Günü’nü de vesile ederek, her baktığımda beni çok mutlu eden bir #tbt ile bitireceğim (gerçi bugün Cuma ama olsun!) bugünkü yazımı. Zamanın uçuculuğunu reddedeceğim. Ve bu fotoğrafı Instagram’da ve Twitter’da #anıbiriktir hashtag’iyle paylaşacak ve çok güzel bir kampanyanın ufak da olsa bir parçası olacağım.
Siz de fotoğraf paylaşın!
OMO, Minik Kalplerle El Ele Derneği'nin (MİKA-DER) Tekirdağ'da kuracağı Minik Kalpler İçerde Spor ve Rehabilitasyon Merkezi için bir kampanya düzenledi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki kurum ve kuruluşlarda yaşamak zorunda olan ve geçmişlerindeki ağır travmalar nedeniyle yaşamla uyum sağlayamayan çocukları sporla hayata kazandıracak proje bu. 5145'e dilediğini zaman SMS gönderebilir veya Pazar gününe kadar Instagram ve Twitter'da #anıbiriktir etiketiyle fotoğraf paylaşabilirsiniz. Her fotoğraf, Mika-Der için bağışa dönüştürülüyor.
Paylaş