Paylaş
Daha doğrusu elimi neye atsam kendimi “Bunu 27 yaşında şimdiki aklımla düşünebilseydim”, “Lise bittiğinde bu konuyla ilgili farklı düşünebilseydim”, “21 yaşında şimdiki aklım olsaydı da o önemli karar anında farklı davransaydım” derken buluyorum.
“Orta yaş krizi” midir, Türkiye’nin insana en büyük hediyesi olan “geleceğini görememe” halinden midir, pek çok insanın farklı nedenlerden benzer biçimde düşündüğünü görüyorum.
İnsanın kendini anlaması neden bu kadar uzun sürüyor?
Kim olduğunu, kim olmadığını, ne yapabileceğini, ne yapamayacağını, kimi dinleyeceğini, kimi ciddiye almaması gerektiğini anlaması neden bu kadar uzun sürüyor?
Hiçbir zaman net cevaplar yok bu sorulara.
Doğru yanıtlara yaklaşmak için insanın kendini tanımaya yönelik bir girişimde bulunması, enerji ve mesai ayırarak kendiyle zaman geçirmesi şart.
Belirli bir yaşa geldiğinde, kendini tanımaya yeterince vakit ayırmamışsa dahi bu sorulara doğru yanıtlar verdiğini sanıyor tabii.
Hayatı çözmüş, kim olduğunu çözmüş, hatta herkesi çözmüş gibi davranıyor.
Oysa sadece esnekliği gitmiş, fikirlerinin değişme ihtimali azalmış bir insanla karşı karşıya oluyoruz...
Konunun “kendini tanımak” ile uzaktan yakından ilgisi yok.
Egosunu indirmek yerine büyütünce, evrenin merkezine kendisini koyunca kimlik de kazandığını sanıyor insan...
Aslında tek yaptığı arızalarını, egosunu cilalayarak yaşadığını hissedebilmek. Oysa yaşadığını hissedebilmesinin gerçek yolları da var...
Yaşı ilerlediğinde “arızaları” da ilerliyor, o arızalar insanın “normali” haline geliyor.
Sürekli tekrarladığı davranışlar, olumsuz özellikler hayatına iyice yerleşiyor, sonra bunları karakter özellikleri sanıyor.
Oysa çoğu üzerinde düşünülmemiş ve kendini tekrarlayarak hayatına yerleşmiş yanlışlar, insanı yavaşlatan konular...
İnsanın kim olduğunu anlaması, özellikle günümüzün “ben” çağında daha da önemli.
Zira kendini tanımak, insanın kendiyle ilgili olması demek, her yerde kendini olur olmaz ortaya atması, kendini anlatması, sürekli kendinden bahsetmesi değil.
Egoyu daha da büyütmesi, gövde gösterisi yapması, kendi aklındakileri “genel doğru” sanması hiç değil...
Ben kimim?
İnsanın kim olduğunu anlaması demek, uzun vadeli planlar yapması, kendine bir hayat rotası belirlemesi, sevdiği işi yapabilmesi ve tatminkar bir hayat yaşayabilmesi demek.
Aileden genetik olarak çocuklara geçen özellikler, toplumun yapısı, yakın çevrenin yapısı, hormonlar, içgüdüler, deneyim/deneyimsizlik, öğrenilmiş davranışlar, travmalar...
Bunlara hayat tercihleri, doğru beslenmek, kendine bakmak gibi günlük alışkanlıkları da katın...
Tüm bunların bir araya dengeyle gelmesi zor.
O dengeyi sağlamak ise ancak insanın kendini tanımak için gayret göstermesiyle mümkün.
Özellikle genç yaşlarda insanın “Ben kimim” sorusuna, kafası karışık olduğu için verecek hem bir dolu yanıtı oluyor, hem de kim olduğunun çerçevesini çizemediği için rüzgarla savrulup duruyor.
Kendimizi anlayacak yaş ve beceri seviyesine geldiğimizde de çoktan kalıplara sokulmuş oluyoruz.
İşimiz, ilişki kurduğumuz çevre, kişilerle olan iletişimimiz, ülke koşulları bizi “birine” çoktan dönüştürmüş oluyor. Kimlikle ilgili kafa yormaz hale geliyoruz, değişmeyiz sanıyoruz, oysa değişim hayatın doğasında var.
Genç yaşlarda “Ben kimim” sorusunu sorabilmek doğru bir rota çizebilmek için önemli.
Pek çoğumuz bunu sorgulama fırsatımız olmadan kendimizi birtakım işlere, dünyalara, insanlara doğru giderken bulduk.
Gençken yelkenlerimizi dolduran rüzgar gücü kim olduğumuzu bilmekten gelmiyordu.
Yelkeni dolduran güç çocuksu hevesler, ego, kafa karışıklığı, kendini ispatlama sevdası...
Veya “Ya daha iyisini bulamazsam” korkusu...
Anne-babanın, okul ve çevrenin yönlendirmesi burada kritik rol oynuyor.
“Başkalarının gözünde” iyi görünecek bir iş ve hayat değil, çocuğun gerçek yetenek ve isteğine yönelik bir rota çizebilmesi ancak doğru rehberlikle mümkün.
“Ben kimim” sorusu, güzel bir yolculuğun başlangıcı gibi.
Bu yolculuk korkutucu gelse de, insanın kendini tanımadan anlamlı bir hayat geçirmesi olanaksız.
Bu soruyu sorabildiğiniz, güzel bir hafta olsun!
Paylaş