PaylaÅŸ
Hani kapısından girdiÄŸinizde her ÅŸeyi dışarıda bıraktığınız…Â
Dışarıdaki kaostan mutluluğa aktığınız…
Sevgiyle boğulduğunuz…
Neşeyle dolduğunuz…
Huzur bulduğunuz…
Yani hazineniz olan eviniz kim?
Paulo Coelho’nun’ Yüreğin nerdeyse hazinen de oradadır!’ dediği gibi…
Hazineniz, yüreğiniz, eviniz…
Kim?
***
Şimdi bir düşünün bakalım…
Hayatın zorluklarıyla mücadele ederken…
Yaşamaya ve ayakta durmaya çalışırken birisiyle tanışıyorsunuz.
Kendi ilişkisinde boğulduğu için bitirdiği anda karşılaşıyorsunuz, bu kişiyle.
Yanında mutlu oluyorsunuz, huzur buluyorsunuz.
Sizi gülümsetiyor, güldürüyor.
Sıkıntılarınıza ortak oluyor.
Sizinle ağlıyor.
Nedensiz seviyorsunuz.
Hep yanınızda olsun istiyorsunuz.
Ve her şeyi ama her şeyi beraber yaşamak…
Güzel anlar, beraber yaşananlar, paylaşımlar, mutluluklar…
Hayatınızı birleştiriyorsunuz.
Yaşamınızı sevdiğiniz kişiyle zenginleştiriyorsunuz.
Her şey çok güzel giderken…
Bir an geliyor.
Her şeyin tepetaklak olduğu o kırılma noktası…
Bunun ne olduğunu söylemeyeceğim tabii.
Ne oluyorsa oluyor ve…
Acılar, hayal kırıklıkları, hüzünler, mücadeleler…
İşte asıl olay burada başlıyor.
En fazla ne kadar sevebilirsiniz?
Evet, en fazla ne kadar sevebilirsiniz?
Hemen sıralanır cümleler.
Onu anlayacak kadar…
Uğruna her şeyi yakacak kadar…
Dünyaları ayağına serecek kadar…
Onun için her şeyden geçecek kadar…
Canımı verecek kadar…
Uğruna ölecek kadar…
Bunlar sözde…
Peki, ya iş gerçeğe dönerse...
Bu saydıklarınızı yapar mısınız sahiden?
Âşık olduğunuz kişiyle hayatınızı mutlu bir şekilde sürdürürken…
Bir gün geliyor ve…
İlk olarak…
Sevdiğinizin kişiliği başkalaşıyor.
Dalgın tepkiler vermeye başlıyor.
Ardından da unutkanlık…
Sonra da beyni hızla yaşlanıyor.
Öyle bir nokta ve öyle durumla karşı karşıya kalıyorsunuz ki…
Bırakıp gidemiyorsunuz.
Uğruna ölmek bile kurtarmıyor durumu!
Tam tersi yaşamak ve göstermek zorundasınız hastalıkta - sağlıkta beraberiz yürekliliğini…
İşte bunları anlatan bir film izledim birkaç gün önce.
John H. Lee'nin 2004'te çektiği, bir Güney Kore filmi olan 'A Moment to Remember' filminden esinlenilerek çekilen…
Â
Yönetmenliğini ve senaryo uyarlamasını Özcan Deniz’in yaptığı…
Â
Fahriye Evcen, Özcan Deniz, Sait Genay, Özay Fecht, Levent Öktem, Güneş Hayat, Kayhan Yıldızoğlu, Teoman Kumbaracıbaşı ve Barış Yalçın’ın rol aldığı…
Evim Sensin.
Zengin kız, fakir oğlan aşkını anımsatıyor ilk başta.
Fahriye Evcen’in, şımarık kızı canlandırırkenki abartılı bazı sahneleri ve Özcan Deniz’in klip çekimini andıran bazı görüntüleri göze batıyor maalesef.
Oysa Yeşim Ustaoğlu’nun yönettiği, birçok ödül alan Araf filminde ‘Mahur’ karakteriyle izlediğim, üstelik çok fazla diyalogu olmadığı halde oyunculuk anlamında kendini aşmış bir Özcan Deniz vardı.
Film ilerlerken konunun benzer olması nedeniyle geçen yıl izlediğim, Mert Fırat ve Açelya Devrim Yılhan’ın başrolünü oynadığı ‘Beni Unutma’ aklıma geliyor.
Filmin sonuna doğru hikâyeden dolayı boğazım düğümleniyor.
Bittiğinde o kahramanlardan biriymişsiniz ve anlatılanlar sanki kendi başınıza gelmişcesine gözleriniz doluyor ve akabinde de film, çok ama çok severken insanın içinde kaybolduğu çaresizliğini ve ölüm karşısındaki acizliğini asılı bırakıyor beyninizin kıvrımlarına.
Sinemadan çıkarken şu üç günlük dünyada, başımıza neler geleceğini bilmeden yol aldığımız hayatta, çok sevdiğiniz biri varken, aşkı yaşıyorken karşılaştığınız çaresizliğin elinizi, kolunuzu, kalbinizi, hayatınızı bağlaması beni salya sümük ağlatıyor.
Ve o durumda bana hoş anılar yaşatan kişilerin anıları beliriyor gözümün önünde. Gülümsüyorum tuhaf bir buruklukla, gözyaşlarım çağlayıp coşarken.
O an ‘Anılarını canlı tut. Tanrım sevgimiz için yardımını esirgeme. Bizi bir araya getiren bağı ayrılmaktan koru. Sımsıkı bir fiyonkla düğümle ve yaşlanmamızı durdur.’ diyen Emily Dickinson aklıma geliyor.
Ve anıları canlı tutmak düşüncesiyle…
Filmdeki çaresizliğin etkisi nedeniyle anımsadığım birkaç anıyı yaşatan iki üç kişiyi arıyorum seslerini duymak için.
Sonra da tanıdığım mutlu iliÅŸkileri olan arkadaÅŸlarımı arıyorum‘Sevginizin, beraber olduÄŸunuz ‘AN’ların kıymetini bilin, tadını çıkarın’ diyerek…
Bir şey anlamıyorlar tabii.
Neden böyle dediğime şaşırıyorlar hatta.
Bense yağan yağmura karışan anılar ve duygularla evime dönüyorum.
Canevime.
Kalbimdeki hazineme.
PaylaÅŸ