İkinci dönemin başında, şu eğitim camiasına bir ikaz yapayım diyorum. Sevgili okur, sana da bazen okullar kendilerini fazla ciddiye alıyorlarmış gibi geliyor mu?
Bazı meslek gruplarında bu var çünkü. Misal; tıp sektöründe çalışanlar, hayatlarının büyük çoğunluğunu hastanede geçirdiklerinden sosyal hayatta da etraflarındakilerle “NEŞTER!” der tavırla hitap etmiyorlar mı? Ya da askeri kökenliler... Benim amcam mesela hava kuvvetlerinde binbaşıydı. Rahmetli şeker gibi adamdı ama kuzenler ve biz ara ara hazır ola geçerdik. Aynı hissiyatı okul çalışanlarında da görmeye başladım ve içimi bir hüzün kapladı. Böyle durumlarda kendimi çözümsüz bir hastalıkla karşılaşmış bilim insanı gibi hissediyorum. Sorunu görüyor ama çözüm üretememekten kaynaklanan bir bunalım yaşıyorum. Misal: Müdür: Okul çıkışı çocukların bu bölgede koşmalarına izin vermiyoruz. Ben: Buyrun bakalım! Niye? Müdür: Çünkü düşerler ve düşerlerse veliler bize “Vay burası niye bu taştan döşendi, çocuk kaydı” bilmem ne diye sorun çıkarır. Ben: Koşmasınlar o zaman öyle mi? Müdür: Dışarıda koşsunlar. Ben: Okul dışında kafalarını patlattıkları müddetçe sizin için hava hoş yani? Müdür: Tabii ki öyle bir şey demiyorum Mehtap Hanım. Bununla kalmıyor tabii sevgili okur: Öğretmen: Sınıfa yasak getirdim; bundan sonra haftada bir gün, sadece Sünger Bob seyretmelerine müsaade ediyorum. Ben: Hadi bakalım! Öğretmen: Artık her akşam çizgi film seyretmek yok. Hele o Spiderman’ler, Ben 10’ler hiç yok. Ben: Süper! Başka? Mesela biz ne izleyelim? Bize yönelik yasaklarınız var mı? Evde çorapla gezebilir miyiz, yoksa terlik şart mı? Mercimek çorbasını taneli mi içelim, blenderdan mı geçirelim? Öğretmen: Sizi de çocuk gibi büyütüyorum valla Mehtap Hanım. Ben: Hocam bişi demiyorum, yani hazır iç işlerimize bu kadar girmişken tüm diğer konularda da bizi aydınlatın ki ben de bi rahat edeyim artık, boşa çıkayım... Eskiden aileler çok eğitimli olmadığından, okuldaki çocukla birlikte evdekileri de eğitmek gerekiyormuş ya, aradan kırk yıl geçti ama okul çalışanlarının ailelere çektiği muamele hala aynı. Şöyle düşünün, benim genetikçi arkadaşım çocuğunun okulunda, ilkokul ikiden terk muamelesi görüyorsa burada bir aksaklık var demektir. Müdür: Atahan teneffüste kovboyculuk oynuyor, öyle oyunlar yasak annesi. Böyle şiddet içerikli oyunlar oynamıyoruz, öyle çocuk yetiştirmiyoruz artık. Ben: Ya Allaam ya, Allaaam ya. Müdür Bey, siz çocukluğunuzda kovboyculuk oynamadınız mı? Şiddet içerikli bir insansınız da bizden saklıyor musunuz? Kovboyculuk oynamayan oğlan çocuğu olur mu? Müdür: Artık öyle yetiştirmiyoruz çocukları, bakın satranç dersi koyduk okula. Ben: Ha aferin! Yarın büyüdüğünde minübüs şoförü dövmeye kalkarsa öldürene kadar şah çeksinler zaten. Bravo! Müdür: Mehtap Hanım... Ben: Ben Karadenizliyim. Oğlum Barbie bebekle oynamaya başlamamış, bana oyun şikayetiyle gelmeyin Müdür Bey. Ciddileşelim sevgili okur. Tamam, eğitimcilerin ailelere desteği çok gerekli ve elbette bu işin içindeki insanlar olarak önerilerini bizlerle paylaşmalılar. Herkesin nerede duracağını bildiği bir yerde, benim kimseyle zaten sıkıntım olmaz. Sıkıntım; duracağı yere beşinci vitesle girenlerle. Eğitimcilere benim “önerim” bize “öneri” getirirken kendilerine şu soruyu sormaları; “ben bunu söylediğim anda, bu ailenin iç işine ne kadar karışmış oluyorum?” Sıkıntı bu kadar basit aslında. Tüm mevzu vites ayarında! * Sevgili okur, çok genç yaşlardan beri ne zaman daralsam ya da beni üzen bir hadise yaşasam kendimi kitaplara veririm. Diyelim çok üzgünüm, ilk işim kitapçıya gidip 5-6 tane kitap almak olur. Sonraki günlerimi insanlarla minimum kontak, yatak, kitap şeklinde geçiririm. Psikolojim normale dönene kadar kitaplara yapışırım. Terapiden ucuza geliyor. Çocuklara yapabileceğimiz en büyük iyilik, onları okumaya alıştırmak. Bu da okulda değil evde olacak bir şey. Bizi okurken görmeleri lazım. Okumak çocuklar için yemek yemek, diş fırçalamak gibi bir rutin olsun istiyorsak önce biz okumalıyız. Size bence günümüzün en iyi edebiyatçılarından Tahir Musa Ceylan’ın, Yarım Adamın Aşkları isimli kitabını tavsiye ediyorum. Müthiş bir tasvir yeteneği, güçlü bir anlatım, olağanüstü bir yazar. Beni bu kadar etkileyen bir edebiyatçıyı tanımanızı tüm kalbimle isterim.