Paylaş
Bu ayki ‘Tuhaf’ dergisinde, Alberto Manguel’in yazısını okuyunca, onun çocukluğunu kıskandım. Manguel, yemek konulu kitaplardan bahsediyordu. Kıskandığım nokta, o kitaplarla çok erken yaşta tanışabilmesiydi. Yazar, genç yaşlarda, gerek kitaplardan gerekse oyuncaklardan yemekle ilgili birçok şey öğrenmişti.
Alberto Manguel
Kendi geçmişime döndüm. Çocukluğumda zaten yemekle ilgili bir şeyler okumak olanaksızdı. Onun için, o dönemleri hızla geçip gençlik yıllarıma geldim.
Gençlik yıllarımın da çocukluktan pek farkı yoktu. Yemek ya annelerin ya da iki-üç kelimeyi zorla yan yana getirebilen aşçıların tekelindeydi. Çocuklar ve erkekler mutfağa girmezdi.
O dönemde yemek hakkında pek konuşulmazdı, sadece yenirdi. Bu konuda Türkiye, çöl gibi kuraktı. Ne kitapçılarda yemekle ilgili bir kitap, ne radyolarda program, ne oyuncakçılarda oyuncak, ne lokantalarda kadın şef ne de sinemalarda yemek konulu filmler vardı. Yani benim gençliğimde yemek diye bir konu yoktu.
Daha sonraları, Ekrem Muhittin Yeğen’in iki ciltlik yemek kitabı piyasada görüldü. Yüzlerce yemek ve tatlı tarifinin yer aldığı kitaplar, ev kadınları tarafından kapışıldı.
Aynı yıllarda İlyas Usta’nın tarif kitabı çıktı. İki kitapta da üç aşağı beş yukarı aynı tarifler vardı. Çok sonraları, Mehmet Kamil’in ‘Melceü’t Tabbâhin’ ve Ayşe Fahriye Hanım’ın ‘Ev Kadını’ adlı kitapları bugünkü Türkçeye çevrildi. 90’lı yılların ikinci yarısından sonra ise tarif ve yemek kültürü kitapları sağanak gibi yağdı. Kitapçı rafları doldu taştı.
Gabriel Garcia Marquez
Ben böyle lezzetli bir kitap okumadım!
Yemekle ilgili okuduğum ilk kitap, 1974 yılında E Yayınları’ndan çıkan ‘Papaz Her Zaman Pilav Yemez’ adlı kitap oldu. Yazar Mario Simmel, bu kitabında, 2. Dünya Savaşı yıllarında geçen bir aşkı anlatıyordu. Romanın kahramanı yemek yapmayı çok seviyordu ve yaptığı her yemeğin tarifini kitapta okuyucularla paylaşıyordu.
O güne kadar böylesine lezzetli bir kitap okumamıştım. Hatta oradaki birçok tarifi yapmaya çalışmıştım. Kitap bittiğinde birkaç kilo aldığımı sanıyorum.
Benim yemekle sıkı fıkı dost olmama bu kitabın neden olduğunu söyleyebilirim. Yeniden okumak için arıyorum ama darmadağınık olan kitaplığımda bir türlü bulamıyorum.
Mario Simmel’in kitapları, 1980 darbesinden sonra Türkiye’de yasaklanmıştı. Onun için bu kitabın tekrar baskıları da yapılamadı.
Türk edebiyatında da yemek konusuna değinen yazar sayısı azdır. Ahmet Rasim, ‘Şehir Mektupları’nda İstanbul’un eğlence hayatını anlatırken lokantalara, yemeklere de değinirdi. Refik Halid Karay, gazetede çok lezzetli yazılar yazardı. Selim İleri de kitaplarında yemek konusuna sıklıkla değinmişti. Belki genç kuşak yazarlar, bu konuda daha sık kalem oynatır.
Dönelim tekrar ‘Tuhaf’ dergisine. Alberto Manguel, aynı yazıda ünlülerin yemek alışkanlıklarına da değinmişti. Ona göre William Saroyan, sevmediği şeyleri bile keyifle yerdi. Bir keresinde sarmısaklı salyangoz yemeyi denemiş, bunun at eti yemek gibi sihirli bir deneyim olduğunu söylemişti.
Borges, oldukça sade yiyecekleri tercih ediyordu. Sevdiği yemeklerin başında, biraz peynir katılmış tereyağlı pirinç pilavı geliyordu.
Italo Calvino ise elma reçeli ile hardallı peyniri çok seviyordu. Tennessee Williams, bütün yemeklerin erotik bir deneyimi yansıtmasında ısrar ediyordu. Onun için, tabağına konan bir çift zeytin ve bir salatalık turşusuyla erotik şekiller yaratıyordu.
Ahmet Ümit, kahramanın ‘yemek’ olacağı bir kitap sözü vermişti. Bekliyorum...
Ahmet Ümit’in kitabını heyecanla bekliyorum
Gabriel García Márquez, hikâyesini bilmediği yemeği asla yemeyeceğini söylüyordu. Barselona’da bir lokantada onun için özel olarak pişirilen yahni ‘escudella’ ile ‘conil amb cargols’un (salyangozlu tavşan) hikâyesini öğrenebilmek için şefi soru yağmuruna tutmuştu.
Graham Greene, durmadan eleştirilen İngiliz mutfağında pişen yemeklerin evrensel benzerlerini bulmayı severdi. Buenos Aires’te bir Arjantin empanada’sını tattıktan sonra, “İşte tercüme edilmiş bir Kelt böreği!” diye sevinçle bağırmıştı.
Şair Denise Levertov ise yemeklerini renkleri ve şekillerine göre seçiyordu.
Bizim yazarları düşündüm. Hiçbiri yemek alışkanlığı konusunda bir ipucu vermemişti. Biraz Yahya Kemal’in iştahından ve etrafa saça saça yemek yediğinden bahsediliyordu, o kadar.
Alberto Manguel yazısını şöyle bitiriyordu: “60 yaşını geçtikten sonra en büyük keyfim, evde oturup bildiğim kitapları yeniden okumak, birkaç dostuma bildiğim yemeklerle ziyafet düzenlemek ve yazabileceğimi hiç sanmadığım bir yemek kitabının hayalini kurmak...”
Bu son paragrafın son cümlesindeki hayali ben de çok kurmuştum: Aklımda fikrimde hep, ‘Papaz Her Zaman Pilav Yemez’ benzeri bir kitap yazmak vardı. Ama hayalim asla gerçekleşmedi.
Şimdi Ahmet Ümit’in verdiği sözü tutmasını bekliyorum. Bu kitapta kahraman ‘yemek’ olacak, bir aşçının işlediği seri cinayetler anlatılacaktı. Ahmet Ümit, konuyu böyle özetlemişti. Lezzetli, kanlı, heyecanlı bir kitap olacağa benziyordu. Bekliyorum...
Paylaş