Kendi kendime sıklıkla sorar oldum: "Bu gezginliği ne zaman bırakacaksın?" Yola çıkmaya başladığım ilk yıllardaki enerjim artık yok.
Dile kolay tam 30 yıldan beri yollardayım. Dere, tepe, kent, kasaba, köy, dağ tepesi, çöl ortası, ormanın gölgesi, yaylanın serini derken bir ömrün yarısı geçti gitti. Bu soruyu sorduğumda, yanıtını hemen bulamıyorum. Daha o kadar çok görülecek yer var ki! Kırmızı noktalarla bezeli haritamda, gitmediğim uzak coğrafyalara baka baka düşler kuruyorum sürekli. Geçenlerde Reader’s Digest’in çıkardığı "Dünya Harikalarını Keşfedin" başlıklı oylumlu bir kitap elime geçti. Burada, tüm dünyada görülmesi
gereken 138 yer tanıtılıyordu. Kitabı incelerken birden başta sorduğum sorunun cevabını buldum: Kitapta tanıtılan yerlerden bir bölümünü seçtim. "Buraları görmeden gezginliği bırakmayacağım" diye kendime söz verdim. Bu yazımda seçtiğim yerler hakkında kısa bilgiler vereceğim. Şimdi aklım fikrim bu gezileri gerçekleştirmekte. Her yıl bir-iki yere gitsem, demek ki daha 10-15 yıl daha yollarda olacağım. Onun için iyi bir sıralama yapıp zorluk derecesi yüksek olanlara bu yaşlarda gitmeliyim. Daha kolayları sıranın en arkalarına koymakta yarar var. Hazırladığım bu listeyi iki bölüm halinde size sunacağım.
KONGO NEHRİ: Afrika’nın kalbinden doğup bir yay çizerek Atlantik’e ulaşan bu nehir hep rüyalarımı süslemiştir. Kendimi nehrin üstünde bir teknede, mangrov bataklıklarının, insan ayağı basmamış cangıllarının arasında yolculuk ederken düşlerim. Ormandan kopup gelen ürkütücü sesleri duyduğumda aklıma hemen, bu nehri keşfeden Henry Morton Stanley gelir. 1874’te yola çıkan Stanley’in tüm nehri geçip denize ulaşması tam üç yıl sürer. Yaklaşık bin kişiyle yola çıkan ekipten, üç yıl sonra geriye 114 kişi kalır. Bu nehrin üstünde yolculuk yapan "Big Pusher"a binmek en iflah olmaz tutkumdur. Kimi küçük kabinlerde, kimi açıkta yaklaşık 500 kişinin tıkış tıkış yolculuk ettiği bu gemide bulunmanın düşü bile beni heyecanlandırır. Yazar Joseph Conrad Kongo Nehri’ndeki yolculuğu bir kitabında şöyle anlatır: "Bitki örtüsünün büyük bir kargaşayla ayaklandığı ve büyük ağaçların kral olduğu yeryüzünün başlangıcına doğru bir yolculuk gibi. Beyhude bir akarsu, büyük bir sessizlik ve nüfuz edilemez bir orman..." Bu yolculuğun çok zor olduğunu biliyorum ama gitme düşlerinden vazgeçemiyorum.
KALAHARİ ÇÖLÜ: Güney Afrika’nın kuzey batısındaki kayısı renkli kumlarla kaplı bu çölün beni çağırdığını sanırım hep. Bu kumların üstünde yaşayan dünyanın en eski halklarından Bushmanlerin köyünde bir süre bulunmanın düşüncesi bile çok heyecanlandırır beni. 25 bin yıldan beri değişmeyen bu çöl insanlarıyla ava gitmek, onlardan ok atmasını, mızrak fırlatmasını öğrenmek için neler vermezdim ki. Bu gezinin yaşamımın en unutulmaz macerası olacağından çok eminim.
VİRUNGA DAĞLARI: Bir yanda Ruanda, diğer yanda Uganda, öte yanda Kongo. Uçsuz bucaksız yeşillik düzlükler ve bu düzlüklerin ortasından yükselen ve zirveleri bulutları değen sıradağlar. Gözümü her kapatışta bu manzaranın içine düşüveriyorum. Neler gelmiyor ki gözümün önüne: Her an püskürmeye hazır sekiz volkan, bunların arasında Afrika’nın en güzel gölü Kivu. Çevrede zengin bir bitki örtüsü, 180’den fazla kuş türü ve 60’ın üstünde memeli hayvan. Leoparlar, misk kedileri, sırtlanlar, bufalolar, fil sürüleri. Virunga Dağları’nın eteklerindeki ormanlarda dolaşan dağ gorillerinin homurtusunu duyar gibi oluyorum. İnsanların henüz ulaşamadığı bu dünya parçasında, kısa süreliğine de olsa bir macera yaşama düşünü sıklıkla kurarım.
VICTORIA ŞELALESİ: Afrika haritasına ne zaman baksam gözüm Zambiya ve Zimbabve sınırlarının birleştiği noktaya takılır kalır. Orada gökyüzüne doğru bir bulut yükseldiğini görür gibi olurum. Yerliler bu buluta "Mosi-oa-Tunya - Gümbürdeyen Duman" adını takmışlardır. Gerçekten de 500 metre yüksekten dökülen Victoria Şelalesi, öfkeyle savrulan bir buhar bulutu gibi gökyüzüne yükselir. Bu buluta değen güneş ışınları yüzlerce pırıltılı gökkuşağı oluşturur. Dolunayda ise gökyüzü gümüş bir perdeyle kaplanır. Bu şelaleyi keşfeden İskoçyalı David Livingstone onu on binlerce kuyruklu yıldıza benzetmiş ve "Afrika’da gördüğüm en muhteşem manzara" demiştir. Buranın bir masal diyarına benzediğini tahmin edebiliyorum. Buraya ulaşmak için Zambezi Nehri’nde yapacağım yolculuğu gerçekleştirebilmek için tüm olanaklarımı zorlayacağımı biliyorum.
DEVLERİN GEÇİDİ: İrlanda sahillerinde, on binlerce çok kenarlı sütun... Coğrafyacılar, bu garip oluşuma "Giant’s Causeway-Devlerin Geçidi" adını takmışlar. Efsaneye göre bu sütunları, Staffa Adası’ndaki sevgilisine yürüyerek gidebilmek için, İrlanda halk efsanelerinin büyük kahramanı Finn MacCool adlı bir dev çakmış. Sislerle kaplı bir sahildeki bu oluşum, bilgisayar ile oluşturulmuş bir grafiği andırıyor. Devlerin Geçidi, sanki başka bir dünyanın parçası. İşte bu ilginç coğrafya da görülmesi gereken yerler listemin en üst sırasında yer alıyor.
MOHER UÇURUMLARI: İrlanda’nın County Clare sahilleri boyunca uzanan ürkütücü duvarlar... 200 metre aşağıda okyanusun birbiri üstüne binen beyaz köpüklü dev dalgaları... Hayaletlerin uğultusunu andıran rüzgarın sesi... Buranın düşlerimde yer almasının nedenlerinden biri de Dublinli yazar James Plunkett’in yazdıkları: "Puslu bir havada akli dengesi bozulmuş bir tanrının kabusuna benzerler. Güzel havalarda ve özellikle günbatımında ise tamamen mitolojiye ve yeraltına aittirler..." Cadıların, perilerin cirit attığı bu vahşi uçurumların kenarına oturup uçsuz bucaksız Atlantik’i seyretmenin insanda ne gibi duygular uyandıracağını merak ediyorum. Bu sorunun cevabını bulmak için Moher Uçurumları’na gitmeliyim.
KAMÇATKA YARIMADASI: Bence burası Rusya’nın belki de dünyanın tartışmasız en ilgi çekici bölgelerinden biridir. Öylesine ıssız ve yalnızdır ki, bir kilometrekareye ancak bir kişi düşer. En büyük vahşi somonlar bu yarımadanın kıyılarında dolaşır. Dünyanın en yüksek aktif yanardağı Klyuchevskaya da buradadır. Avrasya’nın en büyük boz ayıları, Ren geyikleri, mavi tilkileri, gümüş tilkileri, samurlar, vizonlar, siyah başlı dağ sıçanları buradaki düzlüklerde dolaşır. Dünyanın bu hazin, vahşi, ıssız, romantik, mistik, keşfedilmemiş topraklarına gitme fikri bende bir tutku haline geldi.
INARI GÖLÜ: Finlandiya’nın Lapland Bölgesi binlerce gölüyle beni hep cezbetmiştir. Lapland şarkılarının kahramanı Inari Gölü ise büyülü dinginliğiyle rüyalarımın hep başköşesindedir. Üstünde 3 bin adayı barındıran bu gölün üstünde, bir kanoyla dolaşma arzusunu gerçekleştirebileceğim günleri sabırsızlıkla bekleyeceğim.
SİBİRYA TUNDRALARI: Yazar ve hayvanbilimci Lee Durrell’in yazdığı notları okuyunca tundralar da düşlerimin süsü haline geldi. Durrell bu ıssız toprakları şöyle anlatıyordu: "Orada papatya benzeri donuk çiçekler, mor-mavi renkli parıldayan minyatürler var. Her yer hem pembe çiçeklerle hem de zümrüt yeşili yosun tabakasında yetişen mantarlar gibi ayak bileği hizasında biten bodur söğüt ormanlarıyla kaplı..." Sibirya Tundraları’nın dünyanın bittiği yerde olduğunu biliyorum. İşte bunun için oraya gitmek istiyorum.