Güneş daha yeni doğmuş, doğuda Madra Dağı’nın üzerinde gözlerini ovuşturuyor. Karşıda Midilli Adası, dört yanda sabah rüzgárı. Öte yanda da Burhaniye’nin gözbebeği, plajı, sayfiye yeri Ören kumsalı uzanıyor. Bu ad ile anılmasının sebebi Adrymettion antik kenti. Ama o antik kent kumsala uzanamıyor. O; kafelerin, restoranların, yazlıkların, pansiyonların altına mahkûm edilmiş. Sadece orada, plajın hemen ardında yükselen tepeciğin altında binlerce yıllık bir
antik kent olduğu biliniyor.
Ören’i ya da Adrymettion’u kendisi de Burhaniyeli olan, çocukluğu burada geçen arkeolog Erol Özkan anlatıyor. Heyecanla hem anlatıyor, hem gösteriyor: Koştura koştura bir evin duvarından bir yazlığın bahçesine, ağaçların arasında bir kuytuluktan herhangi bir ziyaretçi tarafından fark edilmesi pek güç olan kazı alanına gidiyor. "Çocukluğumda buralar bomboştu" diyor, "şimdi üstü betonla sıvanmış."
Burhaniyeliler, eğer konuşma fırsatınız olursa, Ören’in imar planının ne kadar harika olduğunu söyleyecektir. Plajların halka bırakıldığı, hatta denize bakan terasların halka açık parklara ayrıldığı ve ancak belli oranda turistik tesislere tahsis edildiği bu imar planının hakkaniyetinden dem vuracaklardır. Azami iki katlı müstakil yapıların bu sayfiyeye ne kadar uygun düştüğünü ve bütün Örentepe’yi kaplayarak sayfiyeyi bir an bile güneşe teslim etmeyen o devasa ağaçların nasıl da "yavuz" olduğunu anlatacaklardır ki doğrudur. Meğerki altında bir antik kent olmayaydı, meğerki insan buraya bakınca Ege’nin en kuzeyinde ikinci bir Knidos resmi görmeyeydi. Örentepe 1950’lerin sonunda imara açılmış ve 1960’larla beraber üzeri betonarme yazlıklarla kaplanmış. Üç yıldır arkeolojik kazılar da durdurulmuş.
HERKES KEMER DİYORÖren’den ya da denizden dört kilometre içerideki Burhaniye, merkez eski kayıtlarda Kemer-Edremit olarak geçiyor. Burhaniye köylülerinin dilinde ise hala Kemer. Köylüler hala "Kemer’e iniyorlar" yahut "Kemer’den dönüyorlar". İlçe üzerine yazılmış pek çok kitabı bulunan Yücel Aras’la Burhaniye’nin en işlek, merkez caddesi diyebileceğimiz Hürriyet Caddesi üzerindeki işyerinde konuşurken, bu ismin yıllar evvel Kızıklı köyünden ilçeye kadar uzanan ve Madra Dağı’nın sularını ilçeye getiren su kemerlerinden kaynaklandığını öğreniyoruz. İlçe daha evvel Edremit’e bağlıyken, 1871 yılında kaza olmuş ve 1894 yılında sarayın da izniyle Sultan Abdülhamid’in oğlu şehzade Mehmed Burhaneddin’e istinaden Burhaniye olarak anılmaya başlamış. Aynı tarihte bugünkü İskele Mahallesi’ne adını veren iskeleye de Hamidiye İskelesi denmiş.
Burhaniye merkezde, komşu Ayvalık kadar canlı bir eski Rum evleri dokusu bulmak mümkün değil. Rum nüfus, Burhaniye’de hiçbir zaman Ayvalık kadar yoğun olmamış zaten. Ama yine de aralarda, şehrin en eski mahallelerinden Geriş, Memiş ya da Hacı Ahmet mahallelerinde yer yer o eski dokunun işaretlerini veren binalara rastlamak mümkün. Zaten ilçenin en görkemli iki camisi Koca (Ulu) Cami ve Hacı Ahmet Camisi’ni görünce, bunların eski kiliselerden dönüştürüldüğünü fark etmemek imkánsız.
KÖYLÜ PAZARIBurhaniye’nin eski mahallelerinin bir güzel tarafı da her birinin bir meydanı, ortada meydan kalmamışsa bile bir merkezi olması. Yakınlarda bir cami, berber, bakkal, yan yana sıralanmış kahveler, bütün sokağı ya da meydanı kaplayan sarmaşıklar, küçük süs havuzları ve mahalle eşrafı. Burhaniye’de o mahalle meydanlarında küçük bir mola vermek, sarmaşıkların altına oturup bir acı kahve içmek kadar keyiflisi yok.
Burhaniye’de her pazartesi pazar kuruluyor. Pazar bildiğiniz pazar ama onun bir köylü pazarı yanı var ki cazip olan tarafı da bu. Sepet sepet yumurtalar, peynirler, yağlar, yayla domatesi, alaca fasulye, sapıkıran patlıcan, şeker biber, abdibey armudu, reyhanlar, dağ kekikleri, türlü türlü yaban otları, kır çiçekleri, çam sakızları ve o Yörük kadınları! Feraceli, yazmalı, elleri kınalı, saçları belikli, al yanaklı kadınlar... O yüzden Burhaniye’de her gün pazartesi olsa, pek güzel olur, hayat bayram olurdu. Çünkü Burhaniye’de pazartesiler bayram günü gibi. Şehrin can damarı Hürriyet Caddesi’nin hemen arkasındaki paralel yol boyunca uzun upuzun bir pazar kuruluyor ve köylerin neredeyse tamamı "Kemer’e iniyor", illa bir şey almak ya da bir şey satmak için değil; eşi dostu görmek, biraz sohbet etmek, civar köylerde olan bitenden haberdar olmak için.
VAHA GİBİ YAYLALARBurhaniye’ye gelip de yaylalarında soluklanmadan geçmek olmaz. En başta da Gölcük Yaylası’na. Ormanların arasından birden bire bir vaha gibi açılan bu sulak düzlük dağların arasında, Burhaniye-Bergama sınırında. Gün boyunca derin bir sessizliğin hüküm sürdüğü yayla, akşam ormanın gölgesinde kalmasıyla beraber, başrollerde keçilerin, koyunların, köpeklerin ve çocukların olduğu inanılmaz bir hayat cıvıltısı sunuyor. Çocukların çığlıkları, hayvanların bağrışmaları ve yaylanın bir ucundan ötekine sohbet eden insanlarla, görülmemiş bir biçimde çiçek açıyordu hayat.
Avunduk Köyü’nde bir köylünün evine ziyarete gittiğimizde yerde, neredeyse dünyanın bütün renklerini içinde barındıran rengárenk bir kilim vardı. Ev sahibi kilimi bir Yağcıbedir Yörüğü olan ve Kozak Yaylası’ndan gelin gelen annesinin yaptığını söyledi. Sonra her şeyi bilen ihtiyar Mehmet Tezer dedi ki: "Siz bunun adını bilir misiniz? Bu kilimin adı Dolaşık Evren’dir." Ne güzel, ne yakışıklı bir isimmiş, hep beraber ve tekrar o güzelim kilime bakakaldık. O kilimi gördükten sonra, evrenin gerçekten bu kadar renkli olup olamayacağı ve insanın gerçekten bütün o renkleri yaşayıp yaşayamayacağına ihtimal vermek zordu.
Burada insanların çoğu, Burhaniye denince ilk akla gelen, öne çıkan şeylerin Adrymettion antik kenti ve zeytin olduğunu söylüyorlar. Ancak buna işte bu yaylaları ve köyleri de eklemek gerek. Homeros yüzyıllar önce Kaz Dağları’ndan "Bin pınarlı İda" diye bahsetmişti. Burhaniye’yi doğudan ve güneydoğudan kuşatan Madra Dağı’nın, kaynak suları bakımından İda’dan geri kalır yanı yok.
ATLAS’TA BU AY
Savaştan Hemen Önce: OSETYAKafkas Sıradağları’nın tam ortasında kartal yuvasını andıran bir ülke... Dağların kuzeyinde Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya, güneyinde ise Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan eden ve Rusya ile Gürcistan’ı savaşa sürükleyen Güney Osetya... Bütün dünyanın gözünü çevirdiği bölgeler Atlas’ın son sayısında.
Antalya’nın Uçurumu: GÜVER KANYONUYeryüzü sanki orada ikiye ayrılıyor. İki kilometre uzunluğunda muhteşem bir yarık. Çam ormanından, yeşil bir örtünün altında gizlenmiş. Derinliği 115 metreye ulaşan Güver Kanyonu, Antalya kentinin yanı başında. Çok az kişinin bildiği bu ilginç coğrafyayı Atlas Dergisi tanıtıyor.
BİNBİR GECE MASALLARIAtlas, Binbir Gece Masalları’nın coğrafyasındaki uzun yolculuğunu bu sayıda tamamlıyor. Hakikatçi, bu kez Gemici Sinbad’ın peşindeydi. Sinbad’ın yedi macerasının izlerini aradı. Serendip Adası’na yani Sri Lanka’ya ayak bastı.
İki Nepal
Köşe başlarında Hindu gurular şans dağıtıyor. Mistik bir kavrayışa ulaşmak için Budistler derin bir sükûnete dalıyor. Nepal’in iç içe geçmiş iki yüzü: Hinduzim ve Budizm. Himalayalar’ın eteklerinde ikisi de barış içinde birlikte yaşıyor. Bu ilginç coğrafyanın öyküsü Atlas’ta.
ATLAS’IN HEDİYESİ: Atlas Dergisi son sayısıyla birlikte tüm okurlarına Türkiye Balık Haritası armağan ediyor.