Paylaş
Artun Ünsal’ın ‘Boğaz’ın Beş Efendisi’ adlı kitabında İstanbul’da lüfer avı kültürünün, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında başladığı yazar. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’e göre lüfer avı, Boğaziçi kibarlarının başlıca eğlencelerinden biridir.
Ben, bu zevki yaşama olanağını ancak bir buçuk asır sonra buldum. Boğaz’da (Ortaköy) büyümüş biri olarak, bugüne kadar lüfer avına çıkmamış olmanın büyük bir ihmal olduğunun farkındayım. Çapariyle istavrit, uskumru, civalı zokayla palamut, dip oltasıyla kırlangıç, yemli oltayla izmarit, kaya balığı tuttum da kraliçeye olta atmayı hep ihmal ettim nedense.
Bu hatadan nasıl döndüğümün öyküsüne gelirsek: Evime yürüme mesafesinde adı Parga olan bir balık restoranı var. Arada bir oraya giderim, balığın en tazesini yiyip iki tek atarım. Parga’nın genç işletmecisi Cem Karagöz, kelimenin tam anlamıyla bir balık hastası. Neredeyse her gün balığa çıkar, oltayla tutulmayan balığı dükkanına sokmaz. İşte lüfer avı kültürüyle tanışmamın nedeni bu genç balık sevdalısı.
YEMSİZ KALMA
Maceram sabah beşte başladı. Cem beni evden aldı, daha sonra balıkçı Mete’nin evine uğradık. Hep beraüber balığa çıkacağımız teknenin bağlı olduğu balıkçı barınağına vardığımızda tan yeri hala ağarmamıştı.
Lüfer avının kahramanlarından biri de yemciler. Gece yarısı denize açılıp, lüferin en sevdiği balık olan zarganayı avlıyorlar. Yemcilerin teknelerinin motor sesi uzaktan duyulunca, balıkçılar telefona sarılıp, siparişlerini verdiler. Erken davranılmazsa yemsiz kalma tehlikesi var çünkü.
Lüfer yem konusunda seçici bir balık. Boğaz’da ve Marmara’da yağlanırken hangi balığı yemeye alışırsa oltaya o balık takılır. İzmarite alışan lüfer istavrite, uskumruya alışanı da gümüşe gelmez. Ama zarganaya hiçbir zaman hayır demez.
Denizden gelen yemciler zargana kasalarını kahvenin önüne yığıp hiç pazarlıksız avlarını sattılar. Yemini alan teknesine çekildi. Biz de öyle yaptık. Bu aşamadan sonra avın ikinci önemli aletiyle tanıştım. Balıkçı Mete, yem hazırlamakta kullanılacak bıçağın jilet gibi keskin olması gerektiğini söyledi. Önce zarganayı çekerek ip gibi düzgün hale getirdi. Kafasını kestikten sonra itinayla fileto çıkardı. O incecik kuyruğu bile ortadan ikiye ayırdı. Sonra hazırladığı yemleri gazeteye dizip, buz kutusuna yerleştirdi.
Tekne burnunu Büyükada’ya çevirdiğinde, tan yeri yeni aydınlanıyordu. Sabah rüzgarı sonbaharın serinliğini yüklenip gelmişti. O sırada sucuklu yumurtayla kahvaltı ettik.
AKILLI BALIK
Biz sabah avına çıktık ama Artun Ünsal’ın kitabına göre, Boğaz’da, mehtaplı havalarda lüfer avlamanın tadına doyum olmazmış. Lüfer en çok Kanlıca Körfezi’nde tutulurmuş. Mehtaplı gecelerde o koca koy kayık ve sandallarla dolarmış. Eğer biri balık çekiyorsa herkes sus pus olurmuş. Şayet balık çıkmazsa şarkılar, gazeller, taklitler ayyuka çıkarmış.
Bizim ava dönelim... Balıkçı buz kutusundaki yemleri çıkardı. Misinanın ucundaki üç zokaya başından, ortasından, kuyruğundan taktı ve oltayı denize bıraktı. Sonra tekne en yavaş hızıyla büyük daireler çizmeye başladı. Bir süre sonra ilk lüfer Cem’in oltasına takıldı. Cem hiç boşluk bırakmadan misinayı hızlı hızlı çekti. Lüfer çok akıllı bir balık olduğu için bulduğu ilk fırsatta misinayı kesip atarmış. Onun için misinayı aralıksız çekmek gerekmiş.
Elimde olta, bütün dikkatim parmağımın ucundayken lüfer hakkında neler öğrenmedim ki! Karadeniz’de gürbüzleşen lüfer, sonbaharda güneye doğru göçe başlarmış. Boğaz’a önce, dört-beş tanesi bir kilo çeken lüferler, ardından tekinin ağırlığı bir-bir buçuk kiloya varan kofanalar, daha sonra da çinekoplar girermiş. Çanakkale Boğazı’nı geçip Ege’ye açılan lüferin tadı kaçarmış.
Oltam ağırlaştığında ne kadar heyecanlandığımı anlatamam. Tuttuğum ilk lüfer olacaktı bu. Olacaktı diyorum çünkü balığı tekneye çekmeden tutmuş sayılmıyordunuz. Nitekim de öyle oldu, balığı yukarı çekerken biraz yavaş davranınca, lüfer misinayı koparıp özgürlüğüne kavuştu.
Öğleye kadar adaların çevresinde dolaşıp durduk. Sedef Adası kıyılarında mola verdiğimizde livarda 20 tane lüfer vardı. Ben bu sayıya üç lüferle katkıda bulunmuştum. Lüferi korumaya yönelik gayretler semeresini vermiş görünüyor. Bu sene lüfer, uzun yıllardan beri görünmeyen bollukta.
Sıra yemek faslına gelmişti. Balıkçı Mete, jilet gibi keskin bıçağı ile fileto çıkardığı lüferleri ızgarada, hafif sulu pişirdi, hep birlikte doya doya yedik. Yediğim en lezzetli lüfer olduğunu söyleyebilirim.
Çok isimli lüfer
* Boğaz’ın kraliçesi lüferin 10 santimlik haline ‘yaprak’ denir. Kimileri onu ‘defne yaprağı’ diye de tanımlar.
* Daha sonra çinakop olur. Bu adı alabilmesi için 15-20 tanesinin bir kilo gelmesi gerekir.
* Çinakobun boyu 20 santime ulaştığında o artık sarıkanattır.
* Sarıkanat ağlardan kaçabilirse 25-30 santim büyüklüğe ulaşır. İşte bu hakiki lüferdir.
* Boyu 30 santimi geçip ağırlığı bir kiloya varınca da kofana olur.
Paylaş