Paylaş
İki gün önce, yani Ramazan Bayramı’nın birinci günü, bir şekerci dükkanı daha önceki 489 bayramda (Ramazan ve Kurban) yaptığı gibi yine en lezzetli lokumlarını, akide şekerlerini, badem ezmelerini şık kutularda müşterilerine sundu. 238 yılda 489 bayram! Dile kolay. Bu 2.5 asırlık şekercinin adı: Ali Muhiddin Hacı Bekir. Türkiye’nin en eski müessesesi. Üstelik o gün bu gündür aynı aile işletiyor.
Kurucusu Bekir Efendi, Türkiye’nin bence en lezzetli kenti olan Kastamonu’nun Araç ilçesinden İstanbul’a göç etmiş. Yıl:1777. Elindeki üç beş kuruşla Sirkeci, Bahçekapı’da küçük bir şekerci dükkanı açmış. Dükkân dediysem, küçücük bir oda. Malların çoğu dükkânın önündeki kaldırımda sergileniyor. Allah’tan o zamanlar kaldırımlara kira kesilmiyor. Şekercilikten birkaç kuruş kazanan Bekir Efendi hacca gidip adının önüne bir de ‘hacı’ lakabını konduruyor.
* * *
Sirkeci, Bahçekapı’daki ilk dükkân bugün hâlâ faaliyette
Hacı Bekir Efendi sadece tüccar değil. Araştırmacı da! Yeni mamuller üretmek için sürekli çaba sarf ediyor. Avrupa’dan gelen kelle şekerini havanda dövüp erittikten sonra içine gül, tarçın, portakal ve limon ekleyerek rengarenk şekerler yapıyor. ‘Akide’ adı verilen bu şekerler o güne kadar ne tatılmış ne de duyulmuş. Bu renkli şekerler sayesinde Hacı Bekir’in adı dalga dalga yayılmaya başlıyor.
Yıl 1811, Alman bilim insanı Kirchhoff nişastayı buluyor. Bunu duyan Bekir Efendi hemen kolları sıvıyor. Bu kez erittiği kelle şekerinin içine nişasta ekleyerek bir başka tatlıya imza atıyor. Bunun adına da ‘lokum’ diyor. Onun tadına bakabilmek için küçük dükkânın önünde uzun kuyruklar oluşuyor.
Hacı Bekir bana göre Türkiye’nin ilk AR-GE (araştırma-geliştirme) uzmanıdır. Çünkü gece gündüz yeni ürünler düşünür. Şekerlemelere, akide şekerine ve lokumlara yeni çeşitler katar. Yaptığı her yeni mamulü önce çevresindeki esnafa, seyyar satıcılara, cami cemaatine tattırır. Beğenilmeyenlerde ısrar etmez, beğenilenler yola devam eder.
Sallama kazanlarda badem şekerini yapar. Daha sonra, haşlanmış bademleri havanda dövdükten sonra şeker şerbetiyle yoğurur. Ortaya çıkan tatlı tam bir baş yapıttır: Badem ezmesi. O gün bu gündür hâlâ damakları çatlatmayı sürdürür.
* * *
İstanbul’da bütün lezzetli yiyeceklerin gittiği ilk adres tabii ki saraydır. Hacı Bekir Efendi’nin yaptığı şekerler, lokumlar ve badem ezmeleri de saraya kabul edilir. Bu muhteşem lezzetler Sultan II. Mahmut’un da damağını şenlendirince ferman yayınlanır ve Hacı Bekir Efendi sarayın ‘Şekercibaşı’ olur.
İşte tam bugünlerde bir İngiliz gezgin Bahçekapı’daki küçük dükkandan ülkesine götürmek üzere birkaç kilo lokum alır. Soranlara bu tatlının adının ‘Turkish delight’ olduğunu söyler. Bütün dünya o günden sonra lokumu bu adla anar.
* * *
Hacı Bekir Efendi’den sonra işin başına oğlu Mehmed Muhiddin Efendi geçer. Ayrıca babasının ‘Şekercibaşı’ unvanını da devralır. 1873 Viyana’da düzenlenen bir fuarda Osmanlı şekerlemelerini tanıtmakla görevlendirilir. Görevini başarıyla tamamlar ve boynunda bir gümüş madalya ile ülkeye döner. Muhiddin Efendi bu gezide başka önemli bir şeyi de öğrenir: Markalaşmak. Batılı rakiplerinin hepsinin bir markası vardır ama kendi mamulleri ‘Osmanlı şekerlemesi’ diye anılır. Ve kendi markasını yaratır: Ali Muhiddin Hacı Bekir.
Mehmed Muhiddin Efendi’den sonra bayrak bu kez oğlu Ali Muhiddin Efendi’ye geçer. Bugün beşinci kuşak işin başında. Her kuşak bu 2.5 asırlık firmaya kendi damgasını basar. Bekir Efendi’nin Bahçekapı’daki ilk dükkânı eski yerinde duruyor. İstanbul’a gelen yabancılar burayı bir müze gibi geziyor. İşe imparatorluk günlerinde başlamış, Cumhuriyet’in 92’nci yılında da ağızları tatlandırmayı sürdürüyor. Umarım onun öyküsünü örnek alıp yaşını 100’ün üstüne çıkartan işyeri sayısı artar.
Paylaş