MOSKOVA yakınlarındaki Alabuşevo’da yaşayan Lidya İvanovna Fedorenko, akrabaları, arkadaşları ve hepsi artık bir yetişkin olmuş, matematik öğrencileri tarafından çok sevilen bir kadındı.
Torunu Daniil Fedorenko, onun hayata bağlı ve üç yüz-dört yüz sene yaşasa buna doymayacak bir kadın olduğunu söylüyor.
Lidya İvanovna geçen cuma gecesi 79 yaşında yaşama gözlerini yumdu. Torunu Daniil, hastalıklarının tedavisi bulunana kadar ölüleri dondurup saklayan şirketin yöneticisi Medvedev ile temasa geçtiğinde, İvanovna’nın cansız bedenini dondurmak için artık çok geçti.
Medvedev ve Daniil daha pratik bir yol buldular. Bir beyin cerrahı eve geldi ve Lidya İvanovna’nın beynini kafatasından çıkardı. Civardaki eczanelerden kolayca bulunabilecek malzemelerle Lidya’nın beynini dondurdular. Medvedev, likit nitrojen içeren tüplerinden birini Alabuşevo’daki Lidya’nın yıllarca öğretmenlik yaptığı okulun bir odasına yerleştirdi. Lidya’nın beyni, bu tüpün içine konana kadar evinin banyosunda kuru buzlar arasında paketlenmiş olarak muhafaza edildi.
Daniil Fedorenko şöyle diyor: "Beyni yeniden canlandırılabilir hale geldiğinde artık nasıl bir vücut istiyorsa kendisi seçer."
Bu gerçeküstü olmak için bile çok "kaçık" öyküyü Moskova’daki otelimde gazeteden okudum.
Kendime şu soruyu sordum okuduktan sonra: Elimde seçme olanağım olsaydı hangisini tercih ederdim? Yeni bir vücut ve eski beynimi mi, yoksa eski vücudum ve yeni bir beyin mi?
Doğrusunu isterseniz "aklımı çok seviyorum", bu yüzden beynimden vazgeçemedim. Sizin seçiminiz hangisi olurdu, bir düşünün bakalım.
Moskovneye veçera!
İKİ gecedir Moskova’da, gecem gündüzüme karışmış bir şekilde yaşıyorum. Mevsimlerin bu dönüm günlerinde burada hava neredeyse hiç kararmıyor. Kararır gibi oluyor, sonra yeniden aydınlanıyor. Uyumak için mutlak karanlık aradığımdan mıdır bilmem, uyumakta zorlanıyorum.
Bundan şikáyetçi de değilim elbette. Mecburen sokaklarda dolanıp duruyorum. Dilimde de "Moskova Geceleri" şarkısı, Moskovneye veçera! Moskova’ya Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen önce gelmiştim ilk kez. Sonra, işimin doğasına uygun olarak kendimi sık sık Moskova’da buldum.
Şimdi yıllar içindeki bütün gelişmeyi birinci elden izlemiş bir gözlemci olarak şunu söyleyebilirim: Bu kent, belki de bir yüz yıl sürebilecek bir gelişmeyi topu topu 15 yıl içinde yaşadı. Bir ülkenin dağılışına, bir sistemin çöküşüne tanıklık etti. Çok değil, 8 yıl önce bu kentte yaşayanlar her şeylerini bir gecede kaybettiler. Bankalar battı, devlet ordusunun askerine bile maaşını ödeyemez hale geldi. Sokaklarına bir dilim ekmek için her şeyi yapmaya hazır insanların dolduğu bir kentti o günlerde Moskova. Şimdi aradan geçen bu kısa sürede inanılmaz gelişmeyi çıplak gözle bile görebiliyorsunuz.
Dün gazetede okudum, bu yılın ilk çeyreğinde Rusya’da açılan mortgage kredilerinin miktarı 2 milyar dolara ulaşmış. Türkiye’de aynı dönemde açılan tüm krediler ne kadar acaba? Devlet azalma eğilimindeki nüfusu arttırmak için doğum başına 10 bin dolar ödüyor. Moskova adeta sokaklarından para akan bir şehre dönüşmüş.
10 yıl önce "ucuz seks" arayanların geldiği bu kent, şimdi benzerlerine New York’ta bile az rastlanabilecek gece kulüpleri ve lokantalarıyla o günleri çok geride bırakmış. Bu inanılmaz dönüşümü sadece doğal kaynakların bolluğu, petrol fiyatlarının artışı ile açıklamak mümkün mü?
Bence eksik bir açıklama olur. İyi eğitimli insan faktörünü ihmal etmemek gerek. Öyle görünüyor ki Rusya, çok yakın bir gelecekte eskisi gibi bir süper güç haline gelecek, dünya yeniden şekillenecek.
Ve o günler geldiğinde sanırım biz hálá şunu tartışıyor olacağız: Çankaya’da türbanlı birisi oturabilir mi, oturamaz mı?
Tarkan’ın kurduğu gönül köprüsü
DEV spor salonunu dolduran, çoğunluğu kızlardan oluşan kalabalık, ışıklar kararıp orkestra çalmaya başladığında önce bir dalgalandı.
Sahneye dumanlar basılır, havai fişekler patlarken göz alıcı kırmızı renkli bir gömlekle Tarkan’ın şarkısına başladığını fark ettim. Şarkının ancak "Bu geceeee" kısmını duyabildim, gerisi çığlıkların arasında kaybolup gitti.
Tarkan’ın eski Sovyetler coğrafyasında ne kadar tanınıp sevildiğini gittiğim her yerde çalan şarkılarından biliyordum; ama "canlı canlı" bir konserde yarattığı etkinin böyle olabileceğini tahmin etmemiştim.
Salonda minik Türk bayrakları sallanıyor, kırmızı-beyaz tişört giymiş kızlar, Tarkan’a ulaşabilmek için birbirlerini çiğniyorlardı.
Salonu dolduran on bine yakın seyircinin saysak yüz tanesi bile Türk çıkmazdı. Elleri bayraklı olanların tümü de Rus olmalıydı, ten renklerinden kolayca ayırt etmek mümkündü çünkü.
Gözlerimle görmesem, Tarkan’ın benim bile hatırlamadığım şarkılarının tümünün bu kızlarca ezbere söylenebileceğine inanmazdım asla.
Mustafa Oğuz ile birlikte sahnenin kenarında durup, büyülenmiş gibi bu kalabalığa baktık.
Tarkan gibi yıldız pırıltılarına sahip bir sanatçıyı yeterince kullanabildiğimizi söylemem gerçekten zor.
Ama şunu söyleyebilirim: Tarkan’ın şarkılarından oluşan bir köprü, Türkiye ile Rusya arasında gönülleri birbirine bağlamış bile.
Bütün mesele, bu köprüden geçişleri artırmak artık.
Yanıbaşımızda 150 milyon nüfuslu bir dev var ve biz o deve çöl devleti İsrail’in sattığının dörtte birinden bile daha az sebze-meyve satabiliyoruz.