Paylaş
Borçka’nın her biri diğerinden daha güzel yaylalarından birindeydim. Deniz seviyesinden yaklaşık 2500 metre kadar yüksek, Xheba Yaylası’nda, Saniye Albayrak’ın Karagöl Yaylaevi’nde kalıyordum.
O saatte uyanmamı sağlayan şey, ahşap döşemelerin arasından burnuma kadar gelen bir taze ekmek kokusuydu.
Apar topar kalktım, aşağıya indim.
Saniye Hanım belli ki daha da erken kalkmıştı, fırından taze ekmeği çıkarmış, tavada pişileri çevirmeye başlamıştı.
Yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle elime birkaç daldan oluşan bir demet tutuşturdu. Üzerinde minik kırmızı meyveleriyle bir demet yabanmersini dalı.
“Sabah topladım, yabanmersini, gece çok içtiniz, bunları ye de zehri atarsın” dedi!
Yayla, Gürcistan sınırında. Akrabalarınının bir bölümü Batum’da yaşıyor ve gelen gidenin hediye diye getirdiği “çaça”lar meraklı misafirler için saklanıyor.
Çaça bir Gürcü içkisi. Gürcü votkası da diyebiliriz. Üzüm alkolünden elde edilen bir “ateş suyu”!
Gerçek bir “ateş suyu”, içerseniz alevin dilinizin üstünden kayıp, boğazınıza, oradan da midenize indiğini hissediyorsunuz.
Mustafa ile bu konuda hayat pratiğimizden geliştirdiğimiz teorimize göre iki–üç shot çaçadan sonra araya bir rakı koyarsanız daha iyi gidiyor.
Saniye Hanım’ın ayağına daha fazla dolaşmamak için dışarı çıktım.
Güneş dağların arasından daha kendisini göstermeyi henüz başaramamıştı, alacakaranlık kuşağında gibiydim, yoğun bir sisin içinde yön duygumu kaybedeceğim korkusunu yenerek dolaşmaya çıktım.
Uzaktan köpek havlamaları geliyordu. Sis yoğunlaşıyor, dağılır gibi oluyor, sonra yine yoğunlaşıyordu.
Önce ayakkabılarım, sonra üzerimdeki mont ıslandı.
Yerdeki otların üzerinde yoğunlaşan su damlacıkları kristal bir zemin üzerinde yürüdüğüm hissi veriyordu.
Sanki on binlerce Swarovski’nin üzerinde yürüyor gibiydim.
Yürürken Çoban Ali’ye rastladım, önüne keçilerini katmış, “işe” gidiyordu. Bir-iki laf etti, ama öyle bir aksan ile konuşuyordu ki ne dediğini anlamadım bile.
Bir önceki gün yaylada karşılaştığımızda her söylediği cümleyi iki–üç kere tekrarlatmak zorunda kaldığım için beni geri zekâlı sanmış olmalıydı.
Bu sefer bozuntuya vermedim, anlıyormuş gibi dinledim.
Orman koruma memuru Burhan ile de yaylada tanıştım.
O da sabahın köründe yürüyüşe çıkmıştı. Kilo vermeye çalışıyordu. 160 kiloya kadar çıkmış, 110 kiloya inmeyi başarmış. Anlattığına göre kiloları yirmişer yirmişer alıyor, ancak onar onar verebiliyormuş.
Yayladaki beslenme düzeni ve Saniye Hanım’ın bol tereyağlı yemekleri ile aksi mümkün değildi zaten.
Burhan, Müslüman Gürcülerden.
Çocukken evde Gürcüce konuşulduğu için anadili Gürcüce ama Gürcücenin özel bir alfabesinin varlığından haberdar olduğunda 23 yaşındaymış. Alfabeyi okumayı öğrendiğinde ise 40!
“Anadilde eğitim” meselesi, gördüğünüz gibi sadece Kürtler için değil, ülkemizdeki başka birçok etnik kesim için de geçerli bir sorun.
Dünyanın gitmediğim köşesi kalmadı diye iddialı bir söz söylemeyeceğim, henüz Antarktika ve Avustralya kıtalarına hiç ayak basmadım, çocukluğumun rüyası Polinezya Adaları’na gitme hayalimi de gerçekleştiremedim.
Ama benim gibi maaşıyla geçinmek durumunda olan bir insan için çok gezdiğimi saklayamayacağım.
Şunu söylemeliyim ki iki günlük yayla yolculuğum, hayatımın en unutulmaz yolculuklarından biriydi.
On yedi kilometrelik bir dağ tırmanışını, dev gibi bir ciple yaklaşık 1 saatte çıkabildiğim ve her virajda durup değişen manzarayı seyretme isteğimi yenemediğim bir yolculuğu unutamam elbette ama benim için en unutulmaz olanı Karagöl Yaylaevi’nde gördüğümüz misafirperverlik ve tanıştığım insanların sanki kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi gösterdikleri sıcak samimiyetiydi.
Çok kişisel bir yazı olduğunu biliyorum, sıkılanlardan özür dilerim, bunu yayla insanlarına misafirperverlikleri için bir “açık teşekkür” olarak yazmak istedim.
Yolunuz oralara düşerse, bilin ki nerede kalacağınızı düşünmenize gerek yok, size açılacak sıcak bir kapı mutlaka bulursunuz.
Siyasetçiler istedikleri kadar bizleri birbirimize düşman etmeye, kamplaştırmaya çalışsınlar.
Biliyorum ki bu ülkenin hangi yaylasına, ovasına, sahiline gitsek aynı hüsnükabul ile karşılanacağız.
Bizleri birleştiren insani duygular, ayıran siyasi fikirlerden daha güçlü çünkü!
Paylaş