Yaşam biçimimize yeni bir saldırı!

AKP Hükümeti, işbaşına geldiğinden bu yana, kendilerine bağlı belediyelerde uygulamaya koyduğu "içki yasağını" yaygınlaştırmak için değişik ataklar yaptı.

Bunların bir bölümü kamuoyu tepkisi nedeniyle geri çekildi. "İçkili bölgeler" uygulaması gibi.

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait misafirhane, tatil köyü gibi yerlerde ise yasal olarak ilan edilmemiş yasak sürüyor. Geçen gün TBMM’deki "torba yasa" görüşmelerinde, "internetten içki satışına 3 yıl hapis cezası" sokuşturulunca, AKP’nin içki yasağı sevdasının hortladığını yazmıştım.

Dün de gazetelere "Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu" tarafından yapılan "içki reklamı düzenlemeleri" yansıdı.

Ortaya çıkıyor ki, yaşam biçimimize yönelik yeni bir saldırıyla karşı karşıyayız!

Gerekçe bu kez "çocukları koruyalım" kılıfına saklanmış ama bir tek amaç var: İçki üreticisini doğduğuna pişman etmek! Toplumu, içki ile ilgili yasaklara bu yöntemle alıştırarak, İranvari bir yasakçılığın kapısını aralamak!

Öte yandan kurulun getirdiği yasaklar, bu heyetin konuyla ilgili hiçbir bilgisinin olmadığını da gösteriyor.

Aldıkları karara göre bir şarabın mesela "Kalecik" ile ilgili olduğunu söyleyemeyeceksiniz. "Türk içkisidir" diye tescil ettirmek için uğraşılan rakıya "Türk rakısı" demek de yasak kapsamında. Mesela bir "rom" reklamında deniz kenarında salsa yapan kızları göstermeniz de yasak!

Bir rakı reklamına eşlik edecek nar gibi ızgara edilmiş lüfer de yasak. Bira ile patates kızartmasını göstermeniz de! Bir kadeh şarabın yanına bir dilim peynir koyarsanız da yandınız!

Bu yasakların akıl ile, mantık ile, "çocukları alkolün zararlı etkilerinden koruma çabası" ile ilgisi var mı?

Vatandaşları alkolün zararlı etkilerine karşı uyarmak elbette devletin görevidir. Ama devlet, bunu yasaklayarak değil, eğiterek yapar. Bu tür konularda konulan yasaklar, yaşam biçimlerine açık bir müdahaledir ve ancak bir diktatörlükte söz konusu olabilir.

Tekrar ediyorum: İçki ile ilgili yasaklara toplumu alıştırmaya ve içki üretimini cezalandırmaya yönelik bu tutum, faşist bir tutumdur!

Top sakal, çember sakal olsaydı

ÇORUM Valisi’nin "top sakallı mühendisi" resmi bir toplantıdan kovmasını gazetelerde okumuş olmalısınız.

Mühendisin gazetelerde fotoğrafı da vardı. Genç bir insan, beyaz gömleğine kravat takmış, pantolon olarak blucin giymiş.

Ama bu görüntü Vali Bey’i çıldırtmaya yetmiş!

Mühendis belli ki hesabını iyi yapamamış: Top sakal yerine "çember sakal" ya da "badem bıyık" bıraksaydı ya da kadın olup kafasına "türban" taksaydı, o toplantıda baş tacı olurdu!

Çorum’da gazeteci olsam, her sabah ve akşam devlet dairelerinin önüne bir sandalye atar giren çıkan memurların fotoğraflarını çekerdim. Eminim, ilginç sonuçlar ortaya çıkardı.

Uzun süredir, İçişleri Bakanlığı kadroları arasındaki cemaatçi ve tarikatçı örgütlenmenin yaratacağı tehlikelere dikkat çekiyorum.

Bu son örnek, o kuruma hákim olan zihniyetin ve kendilerinden başka tür insanlara karşı tutumlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir turnusol káğıdı oldu.

Şimdi Çorum’u özel bir dikkatle izleyelim.

Demokrasiden, insan haklarından, şundan bundan söz ederken pek kahraman olanların, bir mühendisin sakalı ve pantolonuna ne yapacaklarını izleyelim ve görelim
!

Berlin 1939-Tahran 2009

İRAN’DAKİ seçimlerden sonra ayağa kalkan muhalefeti sindirmek ve yatıştırmak için dini liderler de işe el koydular. Cuma günü dini lider Hamaney’in hutbesini televizyonlardan izlemiş olmalısınız.

Benim için çok çarpıcı bir görüntü olduğunu söylemeliyim.

Büyük bir meydan, konuşan lideri cezbeye kapılmış gibi dinleyen on binlerce insan, liderin konuşmasında "düşmanlardan" söz eden özel vurgular vs.

İkinci Dünya Savaşı belgesellerinde sıkça gördüğümüz tabloların bir benzeri!

Gözünüzün önüne getirin şimdi: Hitler, Berlin’de konuşuyor!

SS ve SA kıtaları "disiplin ve düzen" içinde dizilmişler. Arka planda sağ kolları havada haykıran kadınlar, erkekler var. Dev bayraklar atmosferi ağıraştırıyor!

Şimdi o tablodan Alman disiplinini çıkarın, yerine bir tutam Ortadoğu sallapatiliğini koyun!

İşte aynı yerdeyiz! Bir tür "deja vu"!

Naziler "demokratik" seçimlerle ortaya çıktılar, mollalar devrimden sonra her dört senede bir "demokratik seçim" yapıyorlar!

İki kritik örnek de gösteriyor ki bir demokrasiyi demokrasi yapan şey, sadece "demokratik seçimlerin varlığı" değil. Meşruiyeti sağlayan tek şey de "seçimle işbaşına gelmiş olmak" olamıyor.

Demokrasinin varlığından söz edebilmek için herkesin kendini ifade etme hakkını, istediği gibi yaşama hakkını savunmak da gerekiyor.

Akdeniz ve Ege’den iki açıklama

ANTALYA Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın aradı. Kendisinin Kundu’da bulunanlar da dahil olmak üzere hiçbir otelle sorununun olmadığını söyledi.

"Ben servet düşmanı değilim" dedi. "Antalya’yı sadece yaz için değil, 12 ay boyunca turizm kenti yapmak isteyen bir kişi nasıl olur da otellere düşmanlık besler" diye de ekledi.

Çevre Bakanlığı Denetleme Genel Müdürlüğü de Ege’deki koyların denetiminin titizlikle yapıldığını, çöp toplama merkezlerinin oluşturulduğunu, denizleri kirletenlerin cezalandırılacaklarını açıkladı.

Okuyucularımın bilgisine sunuyorum.
Yazarın Tüm Yazıları