Uyuyarak oruç tutulur mu?

RAMAZAN geldi, hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi. Çocukluğumuzda çok söylerdik bu tekerlemeyi. Baklava tepsisinin neden boş geldiğini anlayamazdım.

Aradan geçen bunca yıl sonra artık anlıyor gibiyim.

Ramazanın gelmesiyle birlikte ekonomide genel bir yavaşlama oluyor.

Gazetelere, televizyonlara, dergilere gelen reklamlardaki düşüş nedeniyle bunu çıplak gözle siz de fark edebilirsiniz.

Reklam verenlerle yani işadamları ve sanayicilerle görüştüğümde bunu ‘Ramazan nedeniyle’ diye açıklıyorlar.

Bana çok saçma geliyor.

Ramazan geldi diye daha az mı yiyip, içiyoruz?

Evimizdeki eşyaları değiştirmekten vaz mı geçiyoruz, eski giysilerle mi dolaşıyoruz?

Otomobil kullanmıyor, benzin yakmıyor, lastik eskitmiyor muyuz?

Öyle bir hava var ki sanki insanlar ramazan boyunca evlerinde yatıp, uyuyarak vakit geçiriyorlar.

Uyunarak oruç tutulabiliyor olsaydı, oruç vakti akşam namazı ile sabah namazı arasında olurdu.

Oysa Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede ramazan bir tür bayram sayılır.

İnsanlar bu özel günlerde daha iyi yaşamaya özenir.

Sofraya eklenen bir dilim pastırma, bayramda gelecek misafirlere hazırlık olarak evde yapılacak yenilemeler, iftar sonrası gezmelerine giderken güzel giysiler giymek...

Bunlar ekonomiyi canlı tutan davranışlardır ve ramazana özeldir.

Reklam verenler ramazan boyunca ‘uyumaktan’ vazgeçseler, alışverişin ne kadar canlanacağını da görecekler ama eski alışkanlıklar belli ki kolay terk edilmiyor.

Herkes ‘susarken’ reklam yapmaya devam ederek malını satmaya çalışanlar çok kárlı çıkacaklar.

Süper, en süper çok süper markalar!

BİR İngiliz şirketi Türkiye’nin süper markalar’ını belirlemiş. Oluşturulan bir jüri 89 markayı ‘Türkiye’nin süper markaları’ olarak ilan etmiş.

Gazetelerdeki haberlerde bazı ‘yabancı markaların’ da listeye girdiğini gördüm.

Madem ki yabancı markalar da işin içine giriyor, dünyanın en bilinen markalarından Coca Cola neden listede değil? Bunu anlayamadım.

İlgimi çeken şey ‘süper markalar’ arasında gazete ve televizyonların sayısı.

Üç gazete, üç televizyon var, 89 marka arasında.

Acaba bunun nedeni jüride bu üç gazeteden birer temsilci olması mı?

Dördüncü bir gazeteci olsaydı, bir süper markamız daha mı olacaktı?

Dikkatimi çeken bir başka şey de aynı sektörlerde birden fazla ‘süper marka’ olması.

Böyle bir şey mümkün olabilir mi?

Sanıyorum sorun seçimi bir jürinin yapıyor olmasında.

Sokaktaki gerçek tüketiciye sorsaydık ve onların tercihlerini görebilseydik eminim daha farklı bir tablo çıkardı.

‘Marka’ dediğimiz şey de esas olarak bu tüketicinin, kullandığı mal ve hizmetlere kendi kafasında biçtiği bir değer değil mi?

Toplumumuzda kadının yeri neresi?

ANADOLU’
daki Avrupa toplantılarının Malatya Buluşması ile ilgili bir fotoğraf dünkü Milliyet’te yayınlandı.

Fotoğrafa bakınca görülen şuydu: Bir sürü erkek, kendi aralarında bir konuyu konuşuyor!

Aslında toplantıyı izleyen çok sayıda kadın girişimci, öğretim üyesi ve kız öğrenci de vardı.

Ama kadınların çok büyük çoğunluğu kendileri için arka sıraları daha uygun görmüşlerdi.

Bunun nedeni ne olabilir diye düşündüm fotoğrafa bakarken:

Erkeklere göre daha çekingen davranıp, arkadaki boş koltuklara ilişivermek mi?

Yoksa ‘erkek toplumunda’ kendilerine yer olmadığını düşünmelerine yol açan başka toplumsal nedenler mi?

Sanıyorum her ikisi de bu fotoğraftaki görüntünün ortaya çıkmasına neden oldu.

Belki de bundan sonraki toplantılarda bir ‘pozitif ayrımcılık’ yapıp, kadınları ön sıralara oturmaya teşvik etmeliyiz.

Kadınların ‘tembel öğrenci’ değil, bu toplumun aktif ve eşit üyeleri olduklarını bu tür sembolik davranışlarla da göstermeliyiz.
Yazarın Tüm Yazıları