Paylaş
“Kalplerimizi kırdın, bari paramparça etme Usta” çağrısını yaptıktan sonra Başbakan’ın “karşı taraf” nitelemesi hakkında şöyle yazmış:
“Biz yerimizde duruyoruz; süratli bir arabaya binmiş hızla uzaklaşan biri varsa, o da ihtimal yanlış bilgilendirilen Sayın Başbakanımızdır.”
Demokrasinin iyice yerleşmediği, demokratik eleştirinin “düşmanlık” olarak algılandığı cennet vatanımızda politika böyle yapılır işte.
Lider asla hata yapmaz, olsa olsa “çevresindekiler tarafından yanlış bilgilendirilmiş” olabilir.
Lider her zaman en akıllı, en hatasızdır ama ah o çevresindeki yeteneksizler sürüsü yok mu?
Onlar lideri yanlış bilgilendirirler ve lider de istemeyerek bir hatanın içinde kendisini bulur.
Politika bu temel varsayım üzerinden yapılır, çünkü bilinir ki lidere doğrudan söz söylerseniz, onu açıktan eleştirirseniz, o bir tür melek olan lider üzerinize yıldırımlar yağdıran bir Zeus’a dönüşebilir.
Çünkü bizimki gibi yarı demokratik ülkelerde liderlerin elindeki güç sınırsızdır.
Onu doğrudan hedef almaya kalkarsanız sizi mahvedebilir.
Bu nedenle politika yapmanın nispeten tehlikesiz yolu lideri değil, çevresini hedef almaktır.
Benim gazeteciliğe başladığım yıllarda aynı şeyi Adalet Partisi içindeki muhalifler Süleyman Demirel için söylerlerdi: Lider çok iyi ama çevresi kötü!
Aynı durum Bülent Ecevit için de geçerliydi tabii, o doğrudan hedef alınamadığı için Baykalcılar ile Topuzcular arasında geçerdi rekabet.
Bizim Doğulu demokrasi geleneğimizin bir siyaset yapma biçimi bu! Ama “Liderler bu numarayı yutarlar mı” diye sorarsanız, son günlerde çok duyduğumuz bir yanıtı var tabii: “Liderler adamlarını kimseye yedirmezler.”
Dershaneler üzerinden iktidar kavgası
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, kapatılacak dershanelerin özel okullara dönüştürülmesini istiyor. Bunun için dershane sahiplerine öğrenci başına bir sübvansiyon yapılacağı da anlaşılıyor.
Ayrıca bu dershanelerin kapatılmasıyla birlikte işsiz kalacak öğretmenler de, 40 yaşın üzerindekiler dahil devlet okullarına atanacaklarmış.
Dışarıda yüz binden fazla atanma bekleyen öğretmen varken ve bunun nedeni “bütçe yetersizliği” olarak açıklanırken, bu dediklerini hangi parayla yapabilecek, bunu bilemiyoruz.
“Başbakan bu, elbette düşünmüştür bunun kaynağını” deyip geçebiliriz tabii. Ancak geçmemeliyiz.
Eğer dershaneden özel okula dönüşecek kurumlara öğrenci başına bir sübvansiyon yapılacak ise diğer özel okul öğrencilerinden bu neden ve nasıl esirgenecek, onu da düşünmeliyiz.
Anayasa, kanunların önünde herkesin eşit olduğunu söylerken, bazı özel okullara öğrenci başına para vermek ve diğerlerine vermemek nasıl mümkün olacak?
Aslında Başbakan’ın yaptığı doğru bir hesap var: Dershanelere, hazırlık kurslarına şu kadar para harcanıyor. Veliler bu parayı özel okullara ya da özel üniversitelere harcayabilirler, devlet de buna destek olur ve öğretimin kalitesini yükseltecek önlemleri buna paralel olarak alır.
Ama eğitim dediğimiz mesele, bir bütün!
Sonuçta iş gelir, kimin paralı özel okulda, kimin parasız devlet okulunda okuyacağına dayanır ki gelsin yine sınavlar, gelsin yine sınava hazırlık için gizli gizli ders almaklar.
Başbakan memlekete gerçekten hayırlı bir iş yapmak istiyorsa, eğitim sistemini bir bütün olarak ele almalıdır.
Okullarımızda ne matematik ve fen öğretebiliyoruz, ne Türkçe ne de adam gibi bir yabancı dil.
Bütün uluslararası değerlendirmelerde Türk okulları yerlerde sürünüyor.
Başbakan ilgisini ve harcayabileceği bütçeyi bu işe seferber ederse, zaten bir süre sonra dershaneler de gündemimizden çıkar gider.
Ama bunu yapmıyor: Onun derdi bir hesaplaşma. İktidarına ortak olduğunu düşündüğü bir grubu geri çekilmeye mecbur etmek. Dershane bahane.
Kanal İstanbul sadece bir ‘kazı’ işi değil
BAŞBAKAN’ın “çılgın projesi” Kanal İstanbul’un ne kadar “çılgın işi” olduğu her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor.
Columbia Üniversitesi’nden Profesör Lamont–Doherty, “kanalın olası etkilerinin araştırılması gerektiğinden” söz ediyor. Boğaz akıntısının azalma olasılığına, kanalın inşa edileceği bölgedeki yeraltı sularının durumuna dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Cemal Saydam da kanalın bir küresel çevre felaketine yol açabileceğini, bütün İstanbul’u Marmara Denizi’nde artacak sülfür nedeniyle bir “çürük yumurta kokusunun kaplayabileceğini” söylüyor.
Ama bugüne kadar bu konuda adamakıllı bir inceleme ve araştırma yapıldığını, bilim adamlarının işin içine katıldığını hiç duymadık.
Belli ki Ankara’da bir yerlerde kaç ton toprak kazılıp, kaç ton dolgu yapılacağı ve bunun kaça mal olacağı hesaplanıyor ama ortada çevresel etkileri bilimsel olarak ortaya koyacak bir çalışma yok.
Böyle bir bilimsel çalışma yapıldıysa açıklanmalı, tartışılmalı.
Eski Sovyetler Birliği’nde böyle bir bilimsel çalışma ihmal edilerek gerçekleştirilen sulama projesinin Aral Gölü’nü 50 yılda yüzde 90 oranında kuruttuğunu unutmayalım. Asya’nın ikinci, dünyanın dördüncü büyük gölü olan yerde şimdi Aral kum çölü var! 68 bin kilometrekarelik dünyanın “en genç” çölü!
Başbakan ve iktidar partisi elbette seçimle işbaşına gelen bir iktidar olarak kendi projelerini uygulama hakkına sahiptir.
Ama bu sadece onların iktidar dönemini değil, gelecek kuşakları da etkileyecek bir iş ve hiç olmazsa bu konuda “bilim” ihmal edilmemeli.
Paylaş