Paylaş
İnsan, yaşadığı yer ve zamandan böylesine uzaklaşınca, döndüğünde bazı şeylerin değişmiş olabileceğini düşünüyor. Bunun bir hayalden ibaret olduğunu anlamam için uçakla dönerken dağıtılan Türk gazetelerine bir saat bakmam yetti.
Birbirimizi yemek konusunda mükemmel bir performans sergiliyoruz.
Bu yolculuk sırasında Moğolistan’ın başkenti Ulanbatur’da da bir gün geçirdim.
Ulanbatur’daki doğa tarihi müzesi, dinozor fosilleri açısından dünyanın en zengin müzelerinden biri. Dünya yüzündeki dinozor kemiklerinin önemli bölümü burada bulunmuş.
Müzede, birbirleriyle kavga eder halde bulunmuş iki dinozorun iskeleti de var.
Birbirlerinin gırtlaklarına saldırmışlar, boğuşur vaziyette de ölüp, fosil haline gelmişler.
Ne için kavga ettiklerini tahmin etmek zor değil. Ya sürünün hâkimiyeti için, ya bir dişi yüzünden ya da yiyecek paylaşımından kaynaklanmış olmalı.
Onlar birbirlerini yerken nasıl bir doğa olayı olduysa, hep birlikte yok olup gitmişler, geriye fosilleri kalmış.
Günlük meseleler ile uğraşırken, dünyanın dönüştüğünü fark edememiş olmanın “müzelik” örneği olmuşlar.
Siyasi partilerimizin yöneticilerinin Ulanbatur’a kadar gidip, bu müzeyi ve o fosili görmelerini isterdim.
Temel meselelerin didişerek çözülemeyeceğini belki o kemik yığınına bakarken düşünme fırsatı da bulurlardı.
Bazılarından kurtulma fırsatı açısından referandum!
BEN yokken memleketimizin “referandum sorunu” da büyümüş. Birikmiş gazeteleri okudum, kıyamet kopmuş.
Referandumlar günümüzün demokrasi anlayışı içinde genellikle verdikleri sonuçlar bakımından tercih edilecek bir yöntem değil. Son İsviçre örneği bunun canlı bir kanıtı olarak hafızalarımızda duruyor. O gün Başbakan’ın, referandumlarla ilgili söylediği sözler de hatırımızda.
Ancak bugün Türkiye’de her hangi bir konuda yapılacak referandumun memleketin siyasi geleceği açısından olumlu sonuçları olabileceğini de düşünüyorum.
Bir referandum, halka sorulacak soru her ne olursa olsun, önünde sonunda hükümet ve muhalefet liderleri açısından bir tür güven oylaması sayılır.
Başbakan ve muhalefet liderleri, sonucun istedikleri gibi çıkması için kendi prestijlerini ortaya koymak durumundadırlar.
1- Oylamanın sonucu hükümetin isteğinin tersine çıkarsa, Başbakan prestij ve siyasi güç kaybeder. Sonu erken seçime varabilecek bir siyasi yıpranma süreci başlar.
2- Oylama sonucu muhalefetin isteğinin tersine çıkarsa, bu da açık olarak halkın muhalefet liderlerine verdiği bir güvensizlik oyu sayılmalıdır. Bunun da siyasi sonuçları olur. Muhalefet partilerinin kendilerini ve liderlerini seçime kadar yenileyebilmelerinin fırsatı doğar. Muhalefet, halkın önüne yeni bir seçenek sunma fırsatı bulur, elbette parti oligarşileri buna izin verirse!
Referanduma bu açıdan bakmakta da yarar var.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun açıklaması
29 Ocak günü bu köşede İslam Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, Hürriyet’te yayımlanan bir demecini eleştirmiştim.
İhsanoğlu, bir ortak İslam Barış Gücü oluşturma isteğinin bazı İslam ülkeleri tarafından kabul edilmediğini söylüyor ve ikna için “ulemanın görüşünü alacağını” belirtiyordu.
Ben de bunu eleştirmiş ve “Laik bir ülkenin kontenjanından genel sekreter seçilen birisi için tuhaf bir yaklaşım. Batı dünyası ‘medeniyetler çatışması’nı tartışırken, dini gerekçelerle ortak bir silahlı güç kurma hayaline ise ne demeli bilmiyorum!” demiştim.
Eleştirdiğim ikinci husus ise İhsanoğlu’nun Afganistan barış sürecinde Taliban’ın da işe dahil edilmesi gerektiği yolundaki sözleriydi. Bununla ilgili olarak da “Taliban yerine malum örgütü, ‘Afgan’ yerine ‘Kürt’ kelimesini koyup yeniden okuyun, bakalım ne çıkıyor” diye sormuştum.
İhsanoğlu, basın müşaviri aracılığıyla bir açıklama yolladı.
İslam Barış Gücü ile ilgili olarak örgüt içinde yapılan çalışmaların sonuna gelindiği belirtiliyor.
Bu gücün Birleşmiş milletler çerçevesinde operasyonlara katılması söz konusu olacakmış ve İKÖ Dışişleri Bakanları bu konuyu bir süredir ele alıyorlarmış.
Taliban’ın barış sürecine katılımı ile ilgili olarak da şu görüşe yer veriliyor:
“Teşkilatın Afganistan’da iç barışa ve uzlaşmaya katkıda bulunmak maksadıyla İslamiyet’in ılımlı yorum ve uygulamalarını güçlendirmek yönünde başlatacağı ve ülkenin ileri gelenleri ile Afganistan ve İslam dünyasından akademisyen ve din adamlarının katılacağı bir girişimin hazırlıklarıdır. Nitekim İslam Konferansı Teşkilatı’nın Afganistan’da radikal akımlarla mücadele hususunda oynayabileceği potansiyel rol ve bu konudaki beklentiler, İngiltere Başbakanı’nın daveti üzerine 28 Ocak 2010 tarihinde Londra’da düzenlenen ve katılımcıları arasında Teşkilatımız da bulunduğu uluslararası Afganistan konferansının nihai bildirisinin 30. maddesinde kayıt altına alınmıştır.”
Açıklama, benim bu iki konuyu birbirine karıştırarak haksız bir yorumda bulunduğumu belirtiyor.
İlgilenenler 28 Ocak tarihli Hürriyet’te İhsanoğlu’nun sözlerini bulup okuyabilirler.
Açıklama hakkına saygım nedeniyle sizlerle paylaşıyorum.
Paylaş