Paylaş
Onun için şifreler çözmemiz gerekmiyor, nasıl bir toplum düzeni kurmayı hayal ettiğini kolayca öğrenebiliyoruz.
Dün geleneksel “salı azarlamalarında” yine böyle yaptı. Şöyle diyor:
“Bunu farklı yerlere çekenler oluyor, ‘Efendim inancı gereği bunu yapıyor’ diyorlar. Hangi din olursa olsun, bir din, yanlışı değil doğruyu emrediyor. Doğruyu emrediyorsa, bunu din emrediyor diye karşısında mı duracaksınız? İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek, vaka niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?”
Madem soruyor, ben bir yanıt vereyim: Hayır, reddedilmesi gerekmiyor.
Sorun, toplumsal yaşamı düzenleyen yasaların dinin emirlerine bağlanması ile ilgili ki dini totalitarizm bundan doğuyor.
Reddedilen şey budur: Toplumsal yaşamın dine göre düzenlenmesi.
Böyle olursa çünkü ne demokrasi kalıyor, ne bireysel haklar.
Toplumsal yaşamın dine göre düzenlendiği ülkelere bakın, böyle yaparsanız ne sonuç alacağınız orada açıkça görülüyor.
Çünkü yola böyle çıkarsanız din emrediyor diyerekten tüm kadınları belli bir kılığa girmeye de zorlayabilirsiniz. İran’da, Afganistan’da, Arap diktatörlüklerinde olduğu gibi!
“Din emrediyor, beş vakit namaz insanlar için yararlıdır” diyerek namazı da mecburi mi kılacaksınız, bazı ülkelerdeki gibi?
Dinin emrettiği kurallara uymadığını düşündüğünüz insanları cezalandıracak mısınız?
Zaten diyor ki “İçecekseniz gidin evinizde için!”
Yakında İran’daki, Suudi Arabistan’daki gibi “Kaçak içki bulursanız evinizde gizlice için” önerisine dönüşürse hiç şaşırmayın.
Başbakan’ın bu çıkışından sonra sanırım oturup “İslam ile demokrasi bir arada olabilir mi” tartışmasını da yeniden başlatmak gerekecek.
Öyle görünüyor ki Başbakan “Demokrasi amaca ulaşana kadar binilecek bir tramvaydır” görüşüne yeniden dönmüş.
Bir de şu var tabii: Memlekette “iki ayyaş” ne zaman bir araya gelip de kanun çıkarmış?
Şunu da bir açıklasa da öğrensek!
Hulki Ağabeyimi kaybettim
HULKİ İlgün ile 1985 senesinin bir yaz günü, Hürriyet’in Cağaloğlu’ndaki binasında, Sedat Simavi’nin odasında tanıştım.
Dergiler yayınlamak için rahmetli Kurthan Hocam ile birlikte Gelişim Yayınları’ndan Hürriyet’e transfer olmuştum ve Hulki Ağabey bana Hürriyet’in katları arasında kaybolmamam için rehberlik etmekle görevlendirilmişti.
O günden sonra hep “ağabeyim” oldu, ondan çok şey öğrendim.
Eleştirilerini komik öykülerin içine saklar, hem güldürür, hem düşündürürdü.
20 yıl önce Spor gazetesini yayınlarken Ersin Salman ile birlikte bir “taraftar ombudsmanı” aradık, aklımıza ilk Hulki Ağabey geldi, “Taraftarın Hulki Ağabeyi” oldu.
“Benim adım Kör Hulki, ben gördüğümü yazarım” der, hepimizi güldürürdü. Fenerbahçeliydi, Yüksek Divan Kurulu üyesiydi ama meselelere at gözlüğüyle hiç bakmadı.
Yıllarca her öğlen beraber yemek yedik, her yemek başlı başına bir şölen olurdu.
Emekli olduktan sonra daha az görüşür olduk.
Arada bir kapıdan kafasını uzatır “Müdürüm vaktin var mı” der, beni güldürecek bir fıkra ya da anı anlatır, geldiği gibi hızla da kaçardı.
Artık kendi anlattığına bile gözleri yaşarana kadar gülen Hulki Ağabeyim yok, dün kaybettik.
Benim için yeri hiç dolmayacak, yaşadığım sürece onu sıkça hatırlayacağım, her hatırladığımda da “Niye son zamanlarda daha az gördüm” diye içimde bir sızı olacak, bunu biliyorum.
Şahane bir insandı, Allah rahmet eylesin, ailesinin, sevenlerin, taraftarların başı sağ olsun.
Nur içinde yat Hulki Ağabeyciğim.
Savcılar uyumuyor!
SIEMENS’in uluslararası ihalelerde rüşvet dağıttığı için soruşturulduğunu, bu nedenle ABD ve Almanya’da ciddi para cezaları ödediğini yazmıştım.
Siemens’in mali işlerden sorumlu bir yetkilisi Alman savcıya verdiği ifadesinde, kuruluşun üst yönetiminin Türkiye’de de rüşvet verme kararı aldığını, bir İtalyan aracılığıyla Türkiye’de bir bakan ile yemek yediğini de açıklamıştı.
Ben de bununla ilgili olarak Türkiye’de bir soruşturma yapılmadığını düşündüğüm için “Savcılarımız uyuyor mu” diye sormuştum.
Biliyorsunuz, bu epey eski bir öykü, söz konusu ifade Alman savcılığı tarafından 7 Aralık 2006’da alınmıştı.
Türkiye’nin bundan haberi 2008 yılının Ağustos ayında Metin Münir’in Milliyet’teki köşesinde yazdığı yazıyla oldu.
Dün Ankara Başsavcıvekili Nuri Yiğit beni aradı ve bu konuyla ilgili olarak bilgilendirdi.
Türkiye’nin uluslararası rüşvet ile mücadele hakkındaki anlaşmanın tarafı olduğunu, bu nedenle bu tür iddiaların da savcılıklar tarafından soruşturulduğunu söyledi.
Savcı Yiğit’in belirttiğine göre Siemens rüşvet skandalı ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bir soruşturma yürütülüyor.
Soruşturmanın henüz sonuçlanmamış olmasının nedeni ise Federal Alman makamlarıyla yapılan yazışmaların henüz tamamlanmamış olması.
Deniz Feneri e. V. soruşturmasından da bunu biliyoruz. Evrak geliyor, yazılar gidiyor, tercüme ediliyor derken zaman hızla akıp gidiyor.
Başsavcıvekili Yiğit. dosya tamamlanır tamamlanmaz soruşturmanın hızla neticelendirileceğini söylüyor.
Savcılarımızın görevlerini ihmal etmediklerini öğrenmek beni mutlu etti. Soruşturmanın uzamasının bende böyle bir algı yarattığını söylemeliyim.
Bu tür konularda basının sıkça bilgilendirilmesi, böyle yanlış algıların da önüne geçecektir.
Bir yandan evrakın gelmesi beklenirken, söz konusu bakanın çıkıp o yemeği o kişiyle neden yediğini de açıklaması elbette iyi olur.
Paylaş