Paylaş
DİYARBAKIR’da HDP mitingine bombalı saldırı düzenleyerek dört kişinin ölümüne neden olan IŞİD’li terörist Orhan Gönder’in üzerindeki sır perdesi aralanmaya başladı.
Arkadaşımız İdris Emen’in ısrarlı takibi ile ortaya çıkardığı gerçekler, bu eylemin ardında çok karmaşık ilişkiler ağının bulunabileceğini düşündürüyor.
Önce İdris Emen’i bu başarılı gazeteciliği için kutlayayım ve Hürriyet’te yayımlanan haberlerinden geriye doğru bir tarama yapalım:
-Bombacı IŞİD’e katılıp, Suriye’de savaştıktan sonra memleketi Adıyaman’a dönmüş bir kişi.
Polis bu şahsı takip etmediği gibi, Adıyamanlı bazı gençleri etkilemesini de ailelerin uyarmasına rağmen seyretmiş.
-Orhan Gönder, IŞİD’e katılıp ortadan kaybolmadan hemen önce ailesi polise durumundan kuşkulandığını bildirmiş. Polis yine seyretmiş, sorgulayıp salıvermiş.
-Gönder ortadan kaybolunca ailesi Başbakan Ahmet Davutoğlu’na kadar ulaşmış, IŞİD’e katıldığından şüphelenildiği bildirilmiş, polis ve MİT izini bulamamış.
-Gönder, devletin güvenlik güçleri Başbakan talimatıyla kendisini ararken memlekete geri dönmüş, Diyarbakır’a gelmiş, orada birilerinden bomba temin etmiş ve Diyarbakır’da dört kişinin ölümüne neden olan eylemi gerçekleştirmiş.
İdris Emen’in Hürriyet’te yayımlanan haberinden de öğreniyoruz ki bu sırada Diyarbakır’da, polis tarafından otelinden alınıp, asker kaçağı olduğu gerekçesiyle tebligat yapılıp, yine serbest bırakılmış.
Oysa konunun uzmanları belirtiyor ki “terör nitelikli kayıp şahıs” listesinde Gönder’in adı bulunmalıymış ama Diyarbakır Emniyeti’nin 26 Haziran tarihli açıklamasında “Şahsın yasadışı eylem hazırlığında olduğu bilgisi mevcut değildir” deniliyor.
Bu nasıl olabilir?
IŞİD’e katıldığı bilgisi Adıyaman Emniyeti’ne verilmiş, hatta Başbakan bile devreye girmiş bu süreçte ama Adıyaman Emniyeti, bu bilgiyi kendisine mi saklamış?
Neden Emniyet istihbaratı bu bilgiyi diğer müdürlükler ile paylaşma gereği görmemiş?
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında bununla ilgili müfettiş görevlendirildiği belirtiliyor.
İlk akla gelen burada bir görevi ihmalden söz etmek ama bu vakada birden fazla ihmal söz konusu.
Gönder’in IŞİD’e katılmasının sağlanmasından ve bunun aile tarafından Emniyet’e bildirilmesinden itibaren bir dizi ihmal.
Komplo teorileri insanı yanıltabilir ama bu kadar çok ihmalin bir tek insan üzerinde birleşebiliyor olmasının da bir anlamı olmalı.
“Kullanılmaya son derece müsait” bir profili var ve bu ihmaller dizisi bir “kullanmaya” da işaret ediyor olabilir.
Bütün mesele tabii kimin kullandığını bulmakla da ilgili.
Orada bakacağımız şey ise bu eylemden kim, nasıl bir yarar bekledi ki teröristi adeta korumasına aldı, Diyarbakır’da bombaları patlatana kadar da korumaya devam etti, elini üzerinden çekmedi?
Benim bir tahminim var ama bunu kanıtlayabilecek bilgiye de sahip değilim, tahminimi yazamıyorum.
Sizce kim korumuş ve kullanmış olabilir?
Diyarbakır’daki bombalamalardan sonra bölge karışsaydı, yeni ölümler olsaydı, bunun seçim sonuçları üzerine nasıl etkisi olabilirdi?
HDP’nin barajı geçmesi zorlaşır mıydı, kolaylaşır mıydı?
Bir dizi soru var ve bu kez bu olay da “gerçek faili meçhul” kalmasın artık!
Erdoğan, erken seçim için çabalıyor
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın bir koalisyon hükümeti yerine erken seçimi tercih ettiğini ve bunu zorladığını yazdım.
Bunun üzerine bazı mektuplar aldım, “Nereden biliyorsun” diye.
Biliyorum, çünkü siyasi falcılık yapmıyor, Cumhurbaşkanı’nın hareketlerine ve onun talimatlarıyla yazı yazdığını bildiğimiz yandaş yazarların satır aralarına bakıyorum. Bakın seçimlerin üzerinden bir ay geçti, hâlâ hükümeti kurması için bir kişi görevlendirilmiş değil.
Cumhurbaşkanı, bir görevlendirme yapmak için TBMM Başkanlık Divanı’nın oluşmasını bekliyor.
Oysa böyle bir zorunluluk da yok, böyle bir gelenek de yok. Bundan önceki cumhurbaşkanları bunu beklemediler, YSK’nın kesin sonuçları açıklamasından sonraki bir hafta içinde görevlendirmeyi yaptılar ki zaman kaybedilmesin. Başkanlık Divanı’nın oluşmasının anlamı, o tarihten sonra 45 gün içinde bir hükümet kurulup da de güvenoyu alamazsa, erken seçim kararının verilmesiyle ilgili. Ama Cumhurbaşkanı koalisyon görüşmeleri için zamanın daralmasını istiyor ki bir anlaşma sağlanamasın, sağlanırsa da yarım yamalak bir koalisyon protokolüyle işler yürümez hale gelsin, erken seçim kaçınılmaz olsun. Yandaş medyada talimat yazarlarının dünkü yazılarına göz atın: Koalisyonun AKP’yi sıradanlaştırmasından, koalisyonun Cumhurbaşkanı’nı kuşatma manevrası olduğundan söz ediyorlar. Kendi kamuoylarını bir erken seçime hazırlıyorlar.
Her şey Cumhurbaşkanı’nın bir erken seçimi zorladığını gösteriyor.
Davutoğlu özeleştiri yapmış olmalı
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, “şehir–insan projesi”nin tanıtımında konuştu. “Mekân ile o mekânın üzerindeki mimari çatışmaya, kavga etmeye başladığı zaman, yani yedi tepenin üzerindeki güzel mimariye şirk koşacak şekilde bir dikey mimariyi tarihi yarımadaya yaklaştırdığınız zaman, kim, hangi gerekçeyle yaparsa yapsın, kabul edilemez” dedi. Bunun bir eleştiri mi, yoksa özeleştiri mi olduğunu tam olarak anlayamadım.
27 Mart 1994 tarihinden beri bu şehri Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor. Önce Belediye Başkanı olarak, sonra da Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak. Onun onay vermediği hiçbir karar alınmıyor, kupon arazilere, emsal değerlere bile karışıyor. Kenti bugün saran beton kuleler, alışveriş merkezi heyulaları ve tarihi yarımadanın siluetini bozan binalar AKP’nin bu şehri yönettiği bu 21 yıllık süre içinde yapıldı.
Davutoğlu, şöyle devam ediyor: “Tarihi akışın içinde olmak acaba tarihi yok ederek mi sağlanabilir ya da tarihi birikime zarar vererek mi sağlanabilir? İşte can alıcı soru bu. İstanbul üzerinde yaşanan her şey aslında bu can alıcı soruya negatif cevap verenlerin yaptığı tahribatla, ona karşı şehrin dokusunu, ruhunu korumaya çalışanlar arasındaki mücadeleyle geçti 100 yıl.” Başbakan’ın 100 yıllık mücadele dediği şey çevrecilerin, kentteki iktidarlara karşı verdiği mücadele olmalı.
O 100 yılın 21’inde de iktidarda bir kişi ve bir tek görüş var: Gezi Parkı’ndaki ağaçları söküp alışveriş merkezi yapmak isteyen de o, park gördüğü her yere bir bina dikmek isteyen de o, kentin dört bir yanını gökdelenlerle doldurtan da o.
Galiba, Davutoğlu özeleştiri yapmaya çalışıyor ama yükseklere fazla dokunmamak için de lafı dolaştırıyor, bir türlü sadede gelemiyor!
Paylaş