Paylaş
İddiaya göre Sağlık Bakanlığı Bakan Yardımcısı, kendisine tahsis edilen Audi A4 marka makam otomobilini beğenmemiş ve Audi A8 ile değiştirilmesini istemiş.
Yine iddiaya göre bu istek üzerine aylığı 43 bin liradan bir Audi A8 kiralanmış ama iddia basına yansıyınca daha ucuz olan Audi A6 marka bir makam otomobiline geçilmiş.
Sağlık Bakanlığı’nın bu konuyla ilgili açıklamasını dün gazetelerde okudum.
Bakanlık bu söylentiyi yalanlıyor. Bakan Yardımcısı’nın göreve ilk atandığı günden beri Audi A6 marka makam otomobili kullandığını, başka marka ve modelde bir makam aracı talebinin olmadığını belirtiyor.
Sağlık Bakanlığı Bakan Yardımcısı’nın makam otomobilin iyi günlerde, kazasız belasız kullanmasını dilerim. Allah daha iyilerini de nasip etsin.
Ancak şunu da söylemeden geçmek istemiyorum:
Başbakan, zor günlerden geçtiğimizi, ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız gerektiğini söylemişti. “Porsche almayın, daha küçük otomobiller alın” diye önermişti ve bu sözlerinin üzerinden daha bir ay bile geçmedi.
Başbakan’ın Porsche’ye şahsen karşı olmadığına kuşku yok. O sadece bir örnek verdi, “Pahalı otomobillere binmeyin, az yakıt kullanan, bakım masrafı daha düşük olan otomobiller alın” demek istedi.
Sağlık Bakanlığı da keşke Başbakan’ın bu önerisine uymuş olsaydı. Şöyle bir açıklama yapmış olsalardı, daha şık durmaz mıydı: “Bakan Yardımcısı, Başbakanımızın vatandaşlarımıza da verdiği tasarruf önerileri doğrultusunda Türkiye’de üretilen otomobillerden birini kullanmaktadır!”
Ne dersiniz, günün birinde böyle bir açıklama da duyar mıyız?
İşe vasiyeti yerine getirerek başlamalı
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na atadığı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, geçtiğimiz 10 Kasım’da Gülen’e yakınlığıyla bilinen Zaman’daki köşesinde şöyle yazmıştı:
“Atatürkçülüğün bir tür; cehaleti, kifayetsizliği, ilme ve fikre uzaklığı ve bağnazlığı gizlemek için icat edilmiş bir maske olduğunu uzun yıllar boyu tecrübe ederek öğrendim.”
“Atatürkçülük, silahla desteklenen bir oligarşinin yönetme hakkını meşrulaştırmak adına seferber edilen bir ideolojiydi.”
“Birbirinden farklı yığınla Atatürkçülük vardır. Hepsinin ortak paydası demokrasi hazımsızlığıdır.”
“Bu sığ ve ilkel ideoloji, bütünüyle gerçekliğin çarpıtılmasına dayandığı için ülkemizin ilmen ve fikren gelişmesine engel oldu. Bu zorba azınlığın iktidarını sürdürebilmesi için herkesin Atatürkçü olması gerekiyordu.”
Prof. Dr. Türköne, bu fikirler ile süslediği yazısında Atatürkçülüğün böyle olmadığını, Atatürk’ün böyle bir vasiyet de bırakmadığını söylüyor.
Herkes düşüncelerinde özgür olmalı elbette. Türköne’nin de böyle bir hakkı var, geleneksel Atatürkçüler gibi düşünmek zorunda değil.
Artık kendisi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na üye olduğuna göre, bize doğrusunu anlatabilmek için de eline bir fırsat geçmiş bulunuyor, merakla bekleyeceğim.
Ancak madem “gerçek Atatürk”ü arıyoruz, bence işe yeni atandığı kurum ile başlamalı.
Çünkü bu kurum Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetini yok sayan 12 Eylül yönetiminin bir eseridir!
AKP’liler her fırsatta 12 Eylül rejimi ve Anayasası ile hesaplaşmaktan söz ediyorlar ama tıpkı YÖK’te olduğu gibi ADTYK’dan da yararlanmakta sakınca görmüyorlar.
Paylaş