’Takipteki çete’ suçu nasıl işledi?

DANIŞTAY Saldırısı ile ilgili gelişmeleri izler ve bir albümü rahatlıkla dolduracak kadar çok fotoğraflara bakarken insanın kafasının karışmaması mümkün değil.

Öyle görünüyor ki bu durumda yapılacak en iyi şey soruşturmanın sonuçlanmasını ve davaların açılmasını beklemek.

Ancak Zaman Gazetesi’nde salı günü yayımlanan ve dün bu yazının yazıldığı saate kadar yalanlanmayan bir habere dikkatinizi çekmek istiyorum.

Haberde şöyle bir bölüm var: "Muzaffer Tekin’i (bıçakla intihara kalkışan emekli subay) Emniyet ve MİT’in 6 ay önce takibe aldığı belirtildi. Edinilen bilgilere göre, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi ekseninde yürütülen teknik takip mahkeme kararı ile gerçekleşti. İstihbarat raporunda (müstafi) Yüzbaşı Tekin için şu tanımın kullanıldığı öğrenildi: ’Ülkede kaos yaratmak isteyen, eski sabıkalıları para vaadiyle taşeron tetikçi gibi kullanan yasadışı örgütün üst düzey yöneticisi.’ Raporda, Tetikçi Alparslan Arslan’ın da ismi geçiyor."

Zaten olaydan sonra bir çorap söküğü gibi gazetelere yansıyan haberler ve fotoğraflar da böyle bir takibin yapıldığı izlenimini uyandırıyor bende.

Emniyet ve MİT’in takibindeki bir çetenin nasıl olup da bu saldırıyı gerçekleştirebildiğini, takip altındaki bu kişilerin eylemlerinin neden önlenemediğini merak ediyorum.

Çünkü söz konusu sanıklar, Danıştay saldırısından önce üç kere Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırdılar ve sadece bu eylemleri bile yakalanıp, tutuklanmaları için yeterliydi.

Şunu sormak istiyorum: Bu tür "takipler", suç işlendikten sonra gazetelere haber ve fotoğraf servisi hizmeti vermek için mi yapılıyor? Suçu işlenmeden önleyecek tedbirler neden alınamıyor?

Bir sponsor var, adı ’belediyede saklı’

İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın eşi Özleyiş Topbaş, 36 ilin AKP’li belediye başkanlarının eşleri ve yakınlarını İstanbul’a davet etmiş. Başka partilere mensup başkanların eşleri bu geziye çağrılmamış.

Davetliler için Hilton’da 43 oda ayrıldı, 60 konuk bu odalara yerleşti.

Kadir Topbaş, Milliyet’e yaptığı açıklamada davet için belediye kaynaklarının kullanılmadığını, masrafları sponsorların karşıladığını söylüyor.

Dün bir muhabir arkadaşımdan bu sponsorların kimler olduğunu belediyeden öğrenmesini rica ettim.

Arkadaşımın çabaları sonuçsuz kaldı, sponsorlar isimlerinin açıklanmasını istemiyorlarmış.

Sponsorluk, bilmeyenler için açıklayayım, şirketlerin reklam ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin bir parçası.

Faaliyet alanlarıyla ya da toplumsal konularla ilgili olarak şirketlerin kendileri tarafından gerçekleştirilmeyen ancak finansal olarak destekledikleri etkinlikler bu kapsam içinde tanımlanıyor.

Dolayısıyla sponsor olan şirketin adının duyulmasını istememesi garip bir durum.

Öte yandan "Belediye başkanlarının eşlerinin gezisini finanse edecek bir sponsor bunu hangi amaçla yapar" sorusunu da sormak gerek.

Belediyeden nasıl bir fayda bekliyor ki böyle bir faaliyete destek oluyor? Bu gönüllü bir destek mi, yoksa ucunda belediyeden bazı beklentilerin karşılanacağı umudu mu var?

Gerçekten açıklanmaya muhtaç bir durum bu.

Yayıncılık aşkının ’öteki’ nedeni

SAYMADIM ama en az haftada bir ülkenin değişik yerlerindeki belediyelerin yayınladıkları kitaplarla ilgili haberler gündeme geliyor.

İçlerinde elbette Türkiye’nin kültür yaşamına katkı sayılması gereken eserler de var ama çoğu çalakalem yazılmış, dini bilgiler kisvesi altında cahiliye devri tabularını öğütleyen kitaplar bunlar.

Bu kitapların bir bölümü de pahalı káğıtlara çok renkli olarak basılıyor, pahalı ciltlerle kaplanıyor.

Birçok kişi belediyelerin bu yayıncılık sevdasını "kültürel hizmet" gibi görüyor ancak matbaacılarla yapılacak küçük bir sohbet bile "amacın çok farklı" olduğunu anlamaya yetiyor.

Üç kuruşa üretilebilecek kitaplar fahiş fiyatlarla bastırılıyor, siyasi yandaşlara astronomik telifler ödeniyor.

Belediyelerin yayıncılık faaliyetlerine bakarken kitapların kültürel değeri kadar sınai değerleri üzerinde de durmak gerek.
Yazarın Tüm Yazıları