Paylaş
Açıkladığı isimler tanıdığımız politikacılar, kişisel olarak siyasi görüşlerimiz uyuşmuyor olsa da onlar için olumsuz sözler söyleyemem.
Biliyoruz ki AKP, bugünkü parlamenter sistemin işlemediğini, icraatın önüne engeller çıkardığını, bu nedenle başkanlık sisteminin daha iyi ve Türkiye’ye uygun olduğunu savunuyor.
Bu nedenle komisyona seçilen AKP’li politikacıların da bunu savunacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Bu politikacılardan Cemil Çiçek, 12 Eylül’ün hemen ardından ANAP’ın kurucuları arasında yer aldı, ilk yerel seçimde Yozgat Belediye Başkanı seçildi, o günden bugüne kadar da hep üst düzey bir politikacı olarak “sistemin içinde” yer aldı. TBMM Başkanlığı, Başbakan Yardımcılığı, Adalet Bakanlığı gibi çok önemli görevlerde bulundu.
Herkesin bildiği bu bilgileri tekrarlıyor olmamın nedeni, Çiçek’in “sistemin” nerede tıkandığını bilecek en deneyimli politikacılardan biri olduğunu söylemek.
Ona mesela şunu sormak isterim:
12 Eylül kalıntısı Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu, gerçek bir demokraside olması gerektiği gibi olsaydı, parlamenter sistem tıkanır mıydı?
Bugünkü siyasi pozisyonu itibariyle buna vereceği yanıtı da tahmin edebiliyorum.
Ama biliyoruz ki Türkiye’de parlamenter sistemin işlemiyor olmasının en temel nedeni Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’dur.
Çünkü bu kanunlar, milletvekillerinin siyasi kaderlerini bir tek kişinin eline bırakıyor.
Parti içi demokrasiyi yok ediyor ve bunun sonucu olarak bir demokrasinin en temel organı sayılması gereken yasama iradesini siyasi partilerin genel başkanlarının iki dudağının arasına kilitliyor.
Böyle olduğu için de aslında yasama organına hesap vermesi gereken yürütme, yasamayı esir alıyor, sistemin yürümesi için gerekli güçler ayrılığı burada yok ediliyor.
Çiçek, bir hukukçu ve Adalet Bakanlığı da yaptı.
Sistemin düzgün işlemesini sağlayacak en önemli mekanizmalardan birinin yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamak olduğunu da biliyor olmalı. Ama bu noktada da sistemin tıkanmasına neden olan şey, yargının yürütmeden bağımsızlığının bir türlü sağlanamamış olması.
“Türk tipi parlamenter sistem” işlemiyor, çünkü birbirini dengeleyecek ve denetleyecek güçlerin hepsi esasen yürütmeye bağımlı ve ondan bağımsız hareket edemiyor.
AKP’nin geçen dönem ortaya koyduğu “Türk tipi başkanlık sistemi” de bugünkü bu fiili durumu, anayasal düzleme taşımaktan başka bir şey de değil.
Başbakan Davutoğlu’nun daha önceki konuşmalarından biliyoruz ki o da güçlerin bağımsızlığını ve birbirini dengelemesini önemsiyor.
Ama hâlâ nasıl bir başkanlık sistemi tasarladığını da tam olarak ortaya koymuş değil.
Acaba Cemil Çiçek, bu sistemin ana hatlarını bir basın toplantısı düzenleyerek açıklayabilir mi?
Mesela sadece “uslu gazetecilerin” davet edilmediği bir basın toplantısıyla?
6 çocuk neden yanarak öldü?
GEÇTİĞİMİZ yılın aralık ayının birinci günü Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Karaağaç köyünde, Kulp Müftülüğü’ne ait Kuran kursundaki yangında 6 çocuk ölmüştü, hatırlayacaksınız.
Aynı gün bir açıklama yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, olayın “bütün yönleriyle” soruşturulduğunu söylemişti.
Yangının üzerinden bugün itibariyle 51 gün geçmiş bulunuyor.
Yangının bir elektrikli ısıtıcı nedeniyle çıktığını ilk günden beri biliyoruz.
Bildiğimiz bir diğer husus da eriyen plastik doğramalar nedeniyle çocukların yangın yerinden kaçamadıkları.
Bilmediğimiz şey ise “bütün yönleriyle” yapılan soruşturmanın sonucudur!
Hangi görevliler, nerede hata yaptılar? Hangi görevlerini ihmal ettiler? Neden kalorifer çalışmıyordu? Yangın çıkışı olmayan bir binaya yatılı Kuran kursu açma iznini kim verdi? Bir yangın durumunda çocuklara yol gösterecek bir görevli binada var mıydı?
Bunların hiçbirini bilmiyoruz.
Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri kamu görevlilerinin kamuoyuna hesap vermemeleridir.
Her düzeydeki kamu görevlisi bilir ki bir hata yapsalar bile idare onları korur, açılan soruşturmalar da zaman içinde kamuoyu tarafından unutulur ve kimse hesap vermez.
Yangından sonra bu köşede bunun takipçisi olacağımı söylemiştim.
Şimdi Prof. Dr. Görmez’e sormak istediğim de budur: O soruşturmadan nasıl bir sonuç çıktı?
Kapsamlı bir göçmen politikası şart
İÇİŞLERİ Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Türkiye’de “kayıtlı” Suriyeli sığınmacıların 2 milyon 503 bin 426 kişiye ulaştığını açıkladı.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği de geçtiğimiz yıl Ege Denizi’ni geçerek Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçen sığınmacı sayısını 860 bin olarak veriyor.
Bu 860 bin kişi arasında Türkiye’de göçmen olarak kayıt altına alınmış kaç kişi vardı, bunu bilmiyoruz.
Eğer tümünün önce Türkiye’de göçmen kaydı yaptırdığını ve sonra Avrupa’ya geçmeye çalıştığını varsayacak olursak şu anda Türkiye’deki Suriyeli göçmen sayısının 1.5 milyon kişinin üzerinde olduğunu düşünebiliriz.
Artık açıkça görülüyor ki bu insanların önemli kısmı bu ülkede yaşamaya da devam edecek.
Avrupa’ya geçebilen geçecek, gerisinin dönebileceği bir ülkesi de artık yok.
Suriye’de bir barış ortamı sağlansa bile bu insanlar her şeyiyle yıkılmış ve tükenmiş ülkelerine dönemeyecekler.
Bakanlar Kurulu, Suriyeli kayıtlı göçmenlere çalışma izni veren bir düzenleme yaptı ama bu bile esasen bir göçmen politikamızın olmadığını ortaya koyuyor.
Çünkü hükümetin temel varsayımı, bu insanların bir süre sonra ülkelerine döneceği yolunda.
Kapsamlı bir göçmen politikasının yürürlüğe konması gerekiyor.
Bu insanların çocuklarının okumaları, meslek sahibi olmaları ve Türkiye’ye uyum sağlamaları için kapsamlı bir göçmen politikası!
Paylaş