DÜN Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutladık. Tam ülkemizin günümüzdeki durumuna göre "şekil şartlarına uygun" bir bayramdı.
Atatürk’ü anmak, bir bölümümüz için zaten uzun süredir söz konusu bile değil.
Dün televizyonda gençlerin bir ağızdan söyledikleri "Atatürk’ün gençliğe hitabı ve gençliğin Atatürk’e yanıtını" dinlerken, tanıdığımız herkesin "namus ve şeref üzerine" böyle yeminler verdiğini hatırladım.
Bizde en kolay unutulan şey de böyle yeminlerdir zaten!
Gençlik derseniz, üniversite kapılarında, iş bulma kurumlarının kuyruklarında bekliyor.
Geçen gün gazetelerde, gençlik üzerine yapılmış bir araştırmayla ilgili haber vardı.
Gençlerimizin "idolleri", yarışma programları sunucuları ve dizi filmlerdeki mafya babaları imiş.
Bir de "babası önündeki fırsatları iyi gördüğü için zengin olmuş" ünlü bir işadamı.
Büyük bir yazar olmayı, iyi bir ressam olmayı, dev projeler yapacak mühendis olmayı, ölümsüz eserler bırakacak mimar olmayı hayal bile edemiyorlar çünkü.
Ve kutlanan spor bayramında stadyumlarda sergilenen gösterilerin ne kadarı "spor" olarak isimlendirilebilirdi, bilemiyorum.
Uzunca bir süredir, millet olarak aklımızı profesyonel futbol ile bozduğumuz için "spor" denince kafamız karışıyor zaten!
Dün stadyumlarda yapılan "gösterilerin" spor ile tek yakınlığı, beden eğitimi öğretmenlerinin bu işle görevlendirilmesinden kaynaklanıyor olmalı.
Militarist bir milliyetçiliğin devlete ve topluma hákim olduğu bir dönemin geleneklerini bugün sürdürmeye çalışmak, artık komik kaçıyor.
Diliyorum ki bu bayramı, içeriğine uygun bir şekilde kutlamak için düşünmeye bugünden başlayalım.
Hediye konusu işe yarayabilir
SUUDİ Arabistan’da, dünyanın birçok medeni ülkesinde suç bile olmayan bir davranışı nedeniyle idamı bekleyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kurtarılması için ciddi bir girişim hálá yok.
Cumhurbaşkanı’nın bir mektup yazdığı ve Kral’ın dikkatini bu olaya çektiği biliniyor ama sonuç alınabilmiş değil.
Bunun nedeni kuşkusuz ki Türk yetkililerin, Suudiler karşısında biraz çekingen davranmaları.
"Bunlarda çok para var, kızdırmayalım ki ülkemize yatırım yapsınlar" endişesi buna yol açıyor olmalı.
Yoksa "Madem Allah’a küfür etti, çeksin cezasını" diye düşünmediklerine eminim.
Birçok okuyucunun e-postalar aracılığıyla ilettikleri bir talep, dün Fatih Çekirge tarafından da seslendirildi:
İdam önlenemezse, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile eşlerine, Suudi Kralı tarafından verilen armağanlar iade edilsin!
Bu öneriyi ciddiye alıyorum, çünkü bizimkiler belki o zaman hediyeleri geri vermemek için Suudiler üzerinde, idamı önleyebilmek için daha ciddi girişimlerde bulunabilirler.
Mal, canın yongasıdır çünkü!
DTP önemli fırsatı boşa harcadı
DTP’liler, Kürt sorununda partilerinin "muhatap" olarak kabul edilmemesinden yakınıyorlar.
Seçimlerden sonra DTP’nin, TBMM’de bir grup kurmaya yeterli sayıda milletvekili ile parlamentoya girmiş olmasını olumlu olarak yorumlamıştım.
Ancak sonra hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim.
TBMM’nin açılmasından sonra DTP’li milletvekili ve yöneticilerin ortaya koydukları politik tavır, bu partinin PKK’nın elinde bir rehineden ibaret olduğunu düşündürttü bana.
Sadece bana değil elbette.
Türkiye’de akan kanın durmasını, silahların susmasını isteyen ve PKK’lı olmayan herkes için, DTP’nin izlediği yol bir hayal kırıklığı oldu.
DTP’li milletvekilleri, kendilerini seçip TBMM’ye yollayanın Abdullah Öcalan olduğu gibi bir yanılsamaya kapıldılar ve gerçek oy sahiplerinin meselelerini çözmeye uğraşmak yerine, hapisteki teröriste meşruiyet kazandırmak ister bir tutum sergilediler.
Bunun doğal sonucu artık ciddiye alınmıyor olmaları.
Önemli bir fırsatı kaçıranların, şimdi bundan yakınmaya ne kadar hakları olabilir ki?