Paylaş
Şunu merak ediyorum: Dünya lideri olduğunuz bile söylenen bir Başbakanımız var. MİT elinde, polis elinde, savcıları istediği gibi tayin edebiliyor, peki neden bu sapıkları yakalayıp, ibretiâlem için teşhir etmiyor?
Edemiyor, çünkü bunun büyük bir yalan olduğunun o da farkında ama bu yalanı sürdürmekte de ısrarlı.
Önceki gün yine türban üzerinden bir mağduriyet yaratmaya çalıştı, bu kez bu yalanın kullanılmasını eleştiren bizlere sallıyor.
“Sizin insanlığınız öldü mü be? Sizin vicdanınız bu kadar mı karardı? Çocuklarınızın, eşinizin yüzüne nasıl bakabiliyorsunuz be? Sizin çocuklarınızın başına gelseydi böyle mi davranırdınız?”
Sonra devam ediyor: “Vicdan, vicdan, vicdan. Bunu şuradan açık açık ifade edeceğim. Eğer o kadın başörtülü olmasaydı bu linç olur muydu? Başörtüsü düşmanlığını sürdürüyorlar. Bunu yapanların ilkeleri yok. Sınırları yok. Bunlar için helal yok haram yok.”
Şimdi gelelim vicdan meselesine.
Başbakan’ın üniversite rektörleri ile yapacağı toplantıyı protesto etmek isteyen gençlere polis sert bir müdahalede bulunmuştu, hatırlarsınız. Tarih 4 Aralık 2010 idi ve Başbakan ile “paralel yapı”, o günlerde canciğer kuzu sarması durumundaydılar.
Polis müdahalesi sırasında 19 yaşındaki E.Ö. isimli bir genç kadın polis tarafından dövüldü.
Polisin, “Hamileyim vurmayın” diye çığlık atan E.Ö.’nün özellikle karnını gözeterek vurduğu görgü tanıklarının ifadelerinde de yer alıyor.
E.Ö. bu olayın ardından bebeğini düşürdü.
Bebek katili o polislerden henüz iz yok. Vicdandan söz eden Başbakan’ın bu olaydan söz ettiğini, “Benim demokratik hakkını kullanıp, izinli gösteriye katılan kardeşimin bebeğini düşürdüler” diye sağa sola salladığını gördünüz, duydunuz mu?
31 Mayıs 2011 tarihinde, Ankara’da, Hopa olaylarını protesto etmek için düzenlenen gösteriye katılan bir kadın (D.A.) polisler tarafından, herkesin gözünün önünde yumruklarla, tekmelerle dövüldü. D.A.’nın kalçası kırıldı, bu nedenle bir bacağı kısa kaldı, olaya karışan 40 polisten sadece biri ifade verdi, ötekiler ortada yok, zaten dava filan da açılmadı.
Bugün vicdan sorgusu yapan Başbakan, o tarihte D.A.’dan söz ederken “Kadın mıdır, kız mıdır” diye soruyordu!
Vicdan. Vicdan. Vicdan! Ara ki bulasın!
Türbanlı kadınları gerçekten sevseydi
BAŞBAKAN, iki sözün birinde “benim başörtülü kardeşlerim” edebiyatına sarılıyor.
Dışarıdan bakarsanız, onları gerçekten sevdiğini düşünebilirsiniz.
Büyük bir yanılgı ama türbanlı kadınların önemli bölümü de bunun böyle olduğunu zannedebilir.
Peki, Başbakan’ın türbanlı kadınların sorunlarını kendisine dert ettiğini gördünüz, duydunuz mu?
Duymadınız, çünkü Başbakan için bu sevgi ilişkisi, başların örtülmesiyle başlıyor, sokaklarda öyle gezilmesiyle birlikte de bitiyor!
Mesela Başbakan, sırf türbanlı oldukları için çok düşük ücretlerle çalıştırılan kadınları hiç gündeme getirdi mi?
Böyle bir durum var. Türbanlı kadın üzerinden tanımlanabilecek bir tür ayrışmış işgücü piyasası oluştu ve bu piyasanın büyük işveren aktörleri de genel olarak “yeşil sermaye” dediğimiz kesim.
Bu kadınlar için “eşit işe eşit ücret” hâlâ çok uzak bir hayal. (Elbette başı açık kadın işgücü açısından da aynı sorun, aynı şiddette yaşanıyor.)
Bu hayal olduğu gibi, benzer işlerde çalışan başı açık kadınlara göre de daha düşük ücretlerle çalıştırılıyorlar.
Bir yandan aile baskısı, diğer yandan mahalle baskısı o kadınların serbestçe iş arama ve iş tercih etme olanaklarını sınırlıyor.
Bu kadınların işverenlerine, onların derneklerinde filan Başbakan sıkça konuşmalar yapar. Büyük bölümüne “bizdendir” diyerek ballı ihaleler verdirir.
Peki Başbakan’ın bu konuşmalarında, bir kere bile bu ayıba değindiğini duydunuz mu?
“Benim başörtülü kardeşlerimi sömürmeyin be” diye ayar verdiğini işittiniz mi?
Yapmadı, çünkü bunlar zenginleri, fakirlerden her zaman daha çok sevmişlerdir.
Fakirleri neden sevsinler ki? Bırakın iki tane villa hediye etmeyi, bir “fışkıyeli bide” bile alamaz onlar çünkü!
Sizin hiç vicdanınız yok mu be!
BİRAZDAN okuyacağınız olay bir üniversitede, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yaşandı.
12 yıllık AKP iktidarının, YÖK ve Cumhurbaşkanı ile el ele vererek gerçekleştirdiği “üniversiteleri dönüştürerek yok etme” projesinin bir sonucudur.
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi dekanlığı, 8 araştırma görevlisine Gezi eylemlerine destek verdikleri gerekçesiyle 24 ay kademe durdurma cezası verdi.
Böylece sekiz araştırma görevlisi, iki yıl boyunca terfi ve kademe ilerlemesi alamayacak.
Devlet zaten araştırma görevlilerinin açlıktan ölmelerini engelleyecek kadar maaş veriyor, bir de üzerine bu ceza!
Ama bu meselenin en ilginç tarafı, hocalara “Geziye destek verdiler” diye verilen ceza ile, Ethem Sarısülük’ü tabancayla vurarak öldüren polise verilen cezanın eşit olması!
AKP düzeni, bir katil için uygun gördüğü cezayı, demokratik protesto hakkını kullanan öğretim üyeleri için de uygun buluyor!
Ne desek bilmiyorum, “Senin vicdanın yok mu be” diye bağırsak, kulaklarına ulaşır mı?
Gezi olayları sırasında ırkçı tweet’ler atarak, “halk arasında etnik ayrımcılık yaparak nefret ve düşmanlık duygularını körükleyen” Yıldız Teknik’in ırkçı profesörü ise hâlâ koltuğunda oturuyor!
Önümüzdeki seçim için Ermeni, Rum ve Yahudi İstanbullulardan oy isteyen Kadir Topbaş da bu adama hiç utanmadan “danışmanlık” maaşı vermeye devam ediyor!
Paylaş